Vijay Prashad: İsrail'i mağlup eden adam: Seyyid Hasan Nasrallah

Vijay Prashad: İsrail'i mağlup eden adam: Seyyid Hasan Nasrallah
Nasrallah ve antisemitizm hakkındaki tüm anlatılara rağmen, Beyrut'taki Maghen Abraham Sinagogu'nun yeniden inşasına yardım edenin Nasrallah yönetimindeki Hizbullah olduğunu göz önünde bulundurmakta fayda var. Arab News, Nasrallah'ın “Sinagog dinî bir ibadet yeridir” ve “Restorasyonu memnuniyetle karşılanır” dediğini aktardı. Nasrallah, 2012 yılında Filistin'le ilgili bir tartışma sırasında Julian Assange'a şunu söylemişti:

 

 

İsrail'i mağlup eden adam: Seyyid Hasan Nasrallah

 

Vijay Prashad

 

Peoplesdispatch

 

30 Eylül 2024

 

İsrail Seyyid Hasan Nasrallah'ı öldürdü çünkü Seyyid, İsrailliler Filistinlilere yönelik soykırıma son verene kadar İsrail'in kuzeyine yönelik saldırıları durdurmayı reddetti. Nasrallah'ın örgütü Hizbullah, İsrail'in kısa süreli ateşkesi sırasında saldırılarına ara verdi.  İsrailliler savaşa yeniden başladığında ise Hizbullah da saldırılarına devam etti.

 

Nasrallah öldürüldü çünkü Filistin'e verdiği destekten taviz vermiyordu. Diğer tüm Arap liderlerin aksine Nasrallah İsrail'e karşı iki kez savaş açmış ve İsrail'i mağlup etmişti: ilki İsrail'in 2000 yılında Lübnan'dan çekilmek zorunda kalması, ikincisi ise 2006 yılında İsrail'in Hizbullah'ı yok edememesi şeklinde gerçekleşti. İsrail'i mağlup eden adam en sonunda 27 Eylül 2024'te binlerce Lübnanlı yoldaşıyla birlikte öldürüldü.

 

2013 yılında, Suriye'deki savaş tırmanırken, bir arkadaşımla birlikte Lübnan'ın başkenti Beyrut'un bir mahallesi olan Dahiye'de kalabalık bir alana girdik. Nasrallah'ın yapacağı bir konuşmayı dinlemeye gelmiştik. Nasrallah'ın, Lübnan'da siyasi bir parti ve Lübnan'ı düzenli İsrail saldırılarına karşı savunmak için kurulmuş askeri bir grup olan Hizbullah'ın neden Suriye'ye müdahil olmaya karar verdiğini açıklayacağını öğrendim. Açık alana büyük bir televizyon ekranı kurulmuştu ve sonunda Nasrallah ekrana çıktı. Yüksek sesli tezahüratlarla karşılanmıştı. Benzer sahneler Lübnan'ın diğer bölgelerinde de yaşanacak ve Nasrallah televizyon ekranlarına çıkarak bu önemli karar hakkında halka seslenecekti.

 

Nasrallah bizzat orada bulunmadı çünkü 1992 yılında 32 yaşındayken Hizbullah'ın liderliğine getirilmesinden bu yana İsrail kendisine suikast düzenlemeyi hedefliyordu. Şahsen katılması onun için intihar olurdu. Bu yüzden tam olarak nerede olduğu belirsizdi ama insanların onu dinlemek için nerede toplanacağı belliydi.

 

Konuşma, Nasrallah'ın Suriye'deki savaşın karmaşık durumunu ve sınıra yakın el-Kaide'ye bağlı el-Nusra Cephesi'nin Lübnan halkına yönelik tehditlerini anlatmasıyla yavaş yavaş başladı. Nasrallah, el-Nusra'nın Lübnan'a girmesi halinde sadece Şii toplumuna değil, Hıristiyanlara ve diğerlerine de saldıracağı uyarısında bulundu. Hizbullah savaşçılarının Lübnan'ı korumak için sınırı geçip Suriye'nin Kalamun Dağları'nda çatışmaya girmeleri gerektiğini belirtti.

 

Sonraları başka bir gazeteciyi yanıma alıp Hizbullah savaşçıları ile el-Nusra Cephesi savaşçıları arasındaki çatışmaları gözlemlemek için o dağlara gittim. Hizbullah savaşçılarının Nasrallah'a gösterdikleri hürmet etkileyiciydi, Lübnan'ı el-Nusra'dan koruma misyonlarına duydukları güçlü inanç da. Eğer Seyyid bunun yapılması gerektiğini söylemişse, onlar bunu yapacaklardı. Toprak kazanma ihtiyacından ziyade şehitlik motivasyonuyla hareket ediyorlardı ve oradaydılar, evlerinden uzakta el-Nusra savaşçılarıyla zorlu çatışmalara girdiler. Eğer Hizbullah üyeleri ve aileleri arasında bir anket yapılsaydı, Nasrallah evrensel olarak en yüksek onay oranına sahip olurdu.

 

Nasrallah konuşmasında Hizbullah'ın Şam yakınlarında bulunan Seyyide Zeynep Camii'ni korumasının hayati önem taşıdığını vurguladı. Bu caminin Hz. Ali ve Hz. Fatıma'nın kızı ve dolayısıyla Hz. Muhammed’in torunu Zeyneb bint Ali'nin istirahatgâhı olduğu söyleniyor. Türbenin Şii toplumu tarafından saygı görmesi ve el-Kaide gruplarının Suriye'deki Şiileri ve türbelerini terörize eden tehditleri nedeniyle Nasrallah'ın endişeleri destekçileri arasında büyük yankı uyandırdı.

 

Nasrallah'ın röportaj üstüne röportaj vererek mezhepsel bölünmelerin haram olduğunu ve bir arada yaşamanın esas olduğunu söylediğini anlamak çok önemlidir. Hizbullah'ın Suriye'ye girmesi kısmen el-Nusra'yı Lübnan’dan uzak tutmak, kısmen de Suriye'deki Şii toplumunu ve Şii türbelerini korumak içindi. Bu, Hizbullah'ın Lübnan'da hem Lübnanlı ulusal bir güç hem de İslami (Şii değil) direniş olarak durduğu yerdir. Nasrallah, Hizbullah liderliği boyunca örgütün bu iki yönü arasında ustalıkla hareket etmiştir.

 

Lübnan'ın güney şehirlerinden geçerken Hizbullah'a verilen desteğin derinliği ve sarsılmaz gücü açıkça görülüyor. Bunun nedeni, İsrail'in 1982'de Lübnan'ı işgal etmesiyle başlayan ve 2000 yılında ülkenin büyük bir bölümünü zorla ele geçiren İsrail işgaline son verilmesini sağlayan şeyin Hizbullah'ın askeri becerisi olmasıdır. Hizbullah bu çatışma sırasında doğdu ve hem askeri hüner hem de siyasi zekâ ve baskı karşısında cesaret gösterdi. Nasrallah 1989'dan 1991'e kadar İran'da bulunmuş ve Kum'daki Şii ilahiyat okulunda eğitim görmüştür. 1991'de Lübnan'a döndüğünde kendini Hizbullah'a adadı ve ertesi yıl, Hizbullah lideri Abbas el-Musevi'nin ABD tarafından öldürülmesinden sonra Nasrallah örgütün lideri oldu.

 

Nasrallah derhal, suikasta uğrayana kadar yürürlükte kalacak bir politika başlattı: Hizbullah sadece İsrail askeri hedeflerini vuracaktı, ancak İsrail Lübnanlı sivilleri vurursa Hizbullah da İsrailli sivillere misilleme yapacaktı. İsrail 2000 yılında yenilgiyle geri çekildiğinde, Hizbullah Lübnan'da İsrail işgaliyle işbirliği yapan hiç kimseyi hedef almayacağını kamuoyuna açıkladı. Lübnanlılar iyileşmek ve bir ulus olmak zorundaydı…

 

Nasrallah ve antisemitizm hakkındaki tüm anlatılara rağmen, Beyrut'taki Maghen Abraham Sinagogu'nun yeniden inşasına yardım edenin Nasrallah yönetimindeki Hizbullah olduğunu göz önünde bulundurmakta fayda var. Arab News, Nasrallah'ın “Sinagog dinî bir ibadet yeridir” ve “Restorasyonu memnuniyetle karşılanır” dediğini aktardı. Nasrallah, 2012 yılında Filistin'le ilgili bir tartışma sırasında Julian Assange'a şunu söylemişti: 

 

“Tek çözüm Filistin toprakları üzerinde Müslümanların, Yahudilerin ve Hıristiyanların demokratik bir devlette barış içinde yaşayacağı tek bir devletin kurulmasıdır. Başka herhangi bir çözüm uygulanabilir olmayacak ve sürdürülemeyecektir.”

 

İsrail, ABD'nin desteğiyle 2006 yılında Lübnan'ı bombalamaya başladığında Hizbullah'ın yok edileceği kesin gibi görünüyordu. Ancak Hizbullah saldırıya direndi ve İsrail'e karşı atağa geçti. Yıllar önce Arap ülkelerindeki dostlarım bana “Neden bir Hugo Chavez çıkaramıyoruz?” diyerek Batı'nın müdahalesine ve İsrail'in Filistinlileri işgaline karşı duracak bir lider çıkaramamalarının sebebini sorarlardı. 2006 Savaşı sırasında aynı kişiler Nasrallah'ın Arapların Chavez'i olduğunu, Cemal Abdünnâsır'ın vücut bulmuş hali olduğunu söylemeye başladılar. Hizbullah'ın yok edilmemesi ve kendi ayakları üzerinde durabilmesi, Arap dünyasının geniş kesimlerine İsrail'in bu savaşı kaybettiğini kanıtladı.

 

Bu zafer kısmen Nasrallah'ın Hizbullah'ı askeri bir güçten Lübnan'ın büyük bölümündeki ''direniş toplumunun'' (mujtama’ al-muqawama) ayrılmaz bir parçası haline getirme becerisine atfedilir. Güney Lübnan ve Bekaa Vadisi'ndeki insanların dünya görüşünü şekillendiren bu direniş toplumudur. Bu insanlar kendilerini İsrail'in Filistin'i işgaline ve İsrail'in Güney Lübnan'daki eylemlerine karşı devam eden mücadeleye adadılar. Hizbullah'ın dayanıklılığının anlamı, Lübnan'ın güney bölgesindeki tünellerde sakladığı binlerce füze değil, işte bu direniş topluluğudur.

 

İsrailliler 2006 yılı boyunca ve sonrasında Nasrallah'ı birçok kez öldürmeye çalıştı ama başarılı olamadılar. Nasrallah sık sık konuşmalarının son konuşması olabileceğinden bahsederdi çünkü İsraillilerin ne zaman başarılı olacağı belli değildi. Nasrallah'ın öldürülmesi Lübnan'da şok etkisi yarattı zira Nasrallah'ın öldürülemeyeceğine dair bir kanı oluşmaya başlamıştı. Ancak Nasrallah da bir insandı ve insanlar öyle ya da böyle ölürler.

 

Robert Fisk 2001 yılında yazdığı bir makalede Nasrallah'tan şehitliğe hazırlanmanın ne anlama geldiğini açıklamasını istemişti, Seyyid buna cevaben şunu söyledi: “Bir saunada olduğunuzu düşünün. Çok sıcak ama siz, yan odada klimanın, bir koltuğun, klasik müziğin ve bir kokteylin olduğunu biliyorsunuz.”

 

Muhtemelen İsrail bombaları düştüğünde Nasrallah'ın tavrı buydu.

 

1997'de en büyük oğlu Muhammed Hadi Mlikh'te bir İsrail pususunda öldürüldü. Bu Nasrallah için kişisel bir kayıptı. Nasrallah’ın ölümünden bir gün sonra oğlu Cevad Nasrallah, İsrail uçakları tarafından atılan 85 adet 2 bin 500 kiloluk bombalar sonucu oluşan korkunç kraterin bulunduğu yere gitti ve yok olan cesetlere bakarak acı içinde çığlıklar attı. İsrail'in devam eden bombardımanı şu ana kadar Lübnan'da binden fazla insanın hayatına mal oldu ve yarım milyondan fazla insanı da yerinden etti. Savaş beklentisiyle yaşayan bir toplum, şimdi Filistinlilere yönelik soykırımını Lübnan'a ve nihayetinde İran'a karşı bir savaşa dönüştürmek isteyen İsrail'deki çaresiz liderliğin kendisine bahşettiği acımasızlıkla mücadele ediyor.

 

İsrail bu eylemleriyle cehennemin kapılarını ağzına kadar açmıştır.

 

Bu esnada, İran'ın Meşhed kentindeki İmam Rıza türbesi ve Suriye'nin başkenti Şam'ın dışındaki Seyyide Zeynep türbesinde siyah bayraklar dalgalanıyor.

 

Bu çok az kişiye nasip olacak bir onurdur; Ayetullah Ruhullah Humeyni (1902-1989) bile bu onura sahip olmamıştır.

 

Şu anda Arap dünyasını saran şok yakında dağılacak. Hizbullah toparlanmaya çalışacak. Ancak İsrail'i meşru bir şekilde mağlup eden tek Arap lider Seyyid Hasan Nasrallah'ın yeri kolay kolay dolamayacaktır.

 

 

Vijay Prashad Hintli bir yazar, gazeteci ve akademisyendir. Trinity College’da (ABD) profesördür. Aynı zamanda Hindistan’da faaliyet gösteren Marksist yayınevi Left Word’ün yayın yönetmenidir. Yordam Kitap’tan çıkan kitapları: Arap Baharı, Libya Kışı (çev. Şükrü Alpagut, 2012), Ulusun Ölümü ve Arap Devriminin Geleceği (çev. Senem Erdoğan, 2017), Üçüncü Dünya Üzerinde Kızıl Yıldız (çev. Deniz Tuna, 2019), Esmer Milletler: Halkların Üçüncü Dünya Tarihi (çev. Senem Erdoğan-Çağdaş Sümer, 2019).

 

 

Çeviri: Medya Şafak