ÖZEL: Tevrat’ta On İki İmam

ÖZEL: Tevrat’ta On İki İmam
İbrahim Rabbe şöyle dedi: “Keşke İşmael (שְׁמָעֵאל) [İsmail] Senin veçhin için baki kalsa… [Rab ona şöyle cevap verdi:] “Senin İşmael [İsmail] hakkındaki [sözüne/duana] icabet ettim. Ona bereket vereceğim ve onu Me’od Me’od [Muhammed] vasıtasıyla yücelteceğim; [O,] on iki imamı vücuda getirecek ve [Ben,] onu büyük bir millete dönüştüreceğim. (Tekvin, 17: 18-20)

 

 

Tevrat’ta On İki İmam

 

Tekvin Kitabı’nda İbrahim’in Müjdelenmesine Yeni Bir Bakış[1]

 

Hâdi Ali Takavî / Muhammed Kandehârî / Muhsin Feyzbahş

 

Giriş

Geçmiş peygamberlerin Hz. Muhammed’i (s.a.a.) ve Ehl-i Beyt’ini (a.s.) müjdelemesi, öteden beri Müslümanlar, Yahudîler ve Hıristiyanlar arasında tartışılagelen konulardan biri olmuştur. Kur’ân-ı Kerim’in bazı ayetlerinde İslâm Peygamberi’nin Tevrat, İncil ve geçmiş peygamberler tarafından müjdelendiğinden söz edilmiş[2] ve Hz. Peygamber’den ve Ehl-i Beyt’inden (a.s.) nakledilen çok sayıdaki hadiste de geçmiş peygamberlerin müjdeleyici sözlerine işaret edilmiştir.[3]

Tekvin Kitabı’nın 18’inci babı, özellikle de 17:18 ve 17:20 ayetleri, konumuz bağlamında Kitab-ı Mukaddes’in tarih boyunca tartışmalara neden olmuş önemli pasajlarından biridir:

İbrahim Rabbe şöyle dedi: “Keşke İşmael (שְׁמָעֵאל) [İsmail] Senin veçhin için baki kalsa… [Rab ona şöyle cevap verdi:] “Senin İşmael [İsmail] hakkındaki [sözüne/duana] icabet ettim. Ona bereket vereceğim ve onu Me’od Me’od vasıtasıyla yücelteceğim; [O,] on iki imamı vücuda getirecek ve [Ben,] onu büyük bir millete dönüştüreceğim.[4]

Müslüman âlimlerin büyük bir kısmı, bu ayetlerde Hz. Muhammed’in (s.a.a.) ve Ehl-i Beyt’inin (On İki İmam’ın) müjdelendiği görüşündedir. Bu cümleden olarak Sünnî ulemasından İsmail b. Abdurrahman Süddî’yi[5] (ö. 127) ve tarihçi İbn Kuteybe Dineverî’yi[6] (ö. 276); Şia ulemasından Numânî[7] (ö. 360) ve Şeyh Müfîd’i[8] (ö. 413) örnek verebiliriz. Öte yandan ünlü Sünnî âlimi İbn Kesîr (ö. 774) Tevrat’taki bu ayeti, Hz. Peygamber’den sonra gelecek olan, sonuncuların Mehdî olduğu, on iki halifenin müjdesi olarak değerlendirmiştir.[9]

Buna ilaveten, Ehl-i Kitap âlimlerinden bir kısmı[10] da bu ayetlerde, İslâm Peygamberi’nin ve O’nun neslinden gelen On İki İmam’ın müjdelendiği kanaatindedir. Bu âlimlerden bazıları, orta dönemde, Hz. Peygamber’in (s.a.a.) soyundan gelen İmamlar’ın sayısı henüz on ikiye tamamlanmadan önce yaşamışlardır. Bunlar arasından Ka‘bu’l-Ahbâr,[11] Suruc el-Yermükî,[12] Asvâ b. Usvâ[13] İmrân b. Hâkân[14] ve el-Hüseyin b. Süleyman[15] örnek olarak zikredilebilir. Aynı şekilde, Şiî rivayetlerde, en az bir Yahudî âliminden[16] ve ayrıca bir Nasrânî rahibinden[17] Hz. Peygamber’in (s.a.a.) ardından gelecek olan On İki İmam’ın beşâretini babalarının kitaplarında gördükleri nakledilmiştir. İslâmî metinlerde geçen bütün bu rivayetlerden daha ilginç olanı, Rahip Bahira kıssasının Bahira’nın Mükâşefeleri adlı kitapta geçen Hıristiyan rivayetidir.[18] Bu rivayete göre Bahira Sina Dağı’na gitmiş ve burada Tanrı tarafından kalbine ilham olunmuştur.[19] Daha sonra İslâm Peygamberi ile karşılaşan Bahira, onu bazı işaret ve karinelerden yola çıkarak tanımış ve hakkında duyduğu müjdeleri kendisine aktarmıştır.[20] Konuşmasının bir yerinde Bahira, Hz. Peygamber’e şöyle demiştir:

Ve o yılda, Rabbin İsmail’e söylediği şu söz yerine gelecek: “Senden on iki kral (melik) çıkacak” ve ayrıca, “Senin hanedanından on iki kral (melik) çıkacak.’[21]

Bu rivayet, İslâm’ın ilk yüzyıllarında Hıristiyan çevrelerde Hz. İsmail’in soyundan gelen On İki İmam’ın, Hz. Peygamber’in soyundan gelen On İki İmam ile örtüştüğünü göstermektedir. Bu bağlamda, Yahudî ve Hıristiyan âlimlerinden Müslüman olan ve beşâret konusunda bir kitap kaleme alanların genellikle yazılarında bu müjdeye atıfta bulundukları da hatırlatılmalıdır. Sözgelimi, Tekvin 17:20 ayeti bağlamında, İbn Rabben Taberî,[22] Semev’el (veya Samuel) Mağribî[23] ve Said b. Hasan İskenderî[24] gibi mühtedi müellifler yazılarında sadece Hz. Peygamber’in müjdelendiğinden söz etmişken, Muhammed Rıza Cedidü’l-İslâm[25] gibi başka müellifler mezkûr ayetin ikinci bölümünde[26] sözü edilen müjdeye de temas etmişlerdir. Buna ilaveten, mezkûr ayetin Yahudîlerin Müslüman olmalarında[27] ve ayrıca Şiîliği[28] seçmelerinde önemli bir rol ifa ettiğini gösteren tarih rivayetleri de mevcuttur.[29]

Çağdaş dönemde, özellikle Müslüman akademisyenler tarafından bu alanda birçok araştırma yapılmıştır. Seyyid Sâmî Bedrî bu müjdenin açıklığa kavuşturulması noktasında oldukça emek harcamıştır.[30] Onun dışında, diğer yazarlar da bu müjdeye kısaca değinmişlerdir. Bunlardan bazıları, Cemaleddin Şarkavî,[31] Rahmetullah Hindî,[32] Dr. Habib b. Abdülmelik,[33] Dr. Munkiz b. Mahmud es-Sekkâr,[34] ve Salih b. el-Hüseyn el-Caferî’dir.[35]

Bu satırların yazarına göre, yapılan onca çalışmaya rağmen Tevrat’ın İbranice, Süryanice, Aramice, Yunanca ve Latince dillerindeki eski yazma nüshalarında, söz konusu ayetlerin Hz. Peygamber’e ve On İki İmam’a işaret ettiğini gösteren, henüz kimsenin ele alıp incelemediği sağlam metin içi kanıtlar bulunmaktadır. Öte yandan, bütün bu çalışmalarda sadece Tekvin 17:20 ayetine odaklanılmış; aynı kitabın 20’nci babında bulunan, İsmail soyundan gelen on iki evladın isimlerinin geçtiği ayetler göz ardı edilmiştir. Bu çalışmada, öncekilerden farklı olarak, Ahd-i Atik’in sözü edilen ayetlerinin daha iyi anlaşılmasını sağlamak amacıyla yeni kanıtlar ortaya koyulmaya gayret edilmiştir. Bu doğrultuda, makalede önce Ahd-i Atik’in çeşitli dillerle yazılmış yazma nüshalarında geçtiği şekliyle Tekvin 17:18’inci ayetin metni incelenecektir. Daha sonra, Tekvin 17:20’nci ayetin metni aynı yöntemle incelenecek, metinde geçen ve ele aldığımız konu açısından önem arz eden terimlerin (me’od me’od ve rabbî terimleri) anlamları analiz edilecektir. Makalenin sonunda, On İki İmam’ın (a.s.) Ahd-i Atik’teki isimleri ele alınacaktır.

Bu araştırma, benzerlerinden şu üç özelliğiyle ayrılmaktadır: (1) Ele alınan konuyla ilgili ayetlerin ve bu ayetlerde geçen anahtar kavramların, Tevrat’ın İbranice, Aramice, Süryanice ve Yunanca nüshalarının esas alınarak incelenmesi (2) Hz. İsmail’in on iki evladının isimlerinin On İki İmam’ın isimleriyle bağlantısının incelenmesi (3) Sözü edilen beşaretin, Hıristiyan metinleri aracılığıyla günümüze ulaşan anlatısı çerçevesinde Rahip Bahira’nın sözlerinin incelenmesi.

 

1. Hz. İsmail Soyunda İmamet Makamı (Tekvin 17:18)

Tevrat’ın İslâm Peygamberi’nin ve On İki İmam’ın beşâreti konusundaki önemli ayetlerinden biri, Tekvin Kitabı’nın 17’nci babının 18’inci ayetidir. Makalenin bu bölümünde, önce bu ayetin metnini Tevrat’ın en önemli ve en eski yazma nüshalarına dayanarak aktaracak ve ardından bu ayetin delalet ettiği hususları ele alacağız.

 

1.1. Tevrat’ın En Önemli ve En Eski Yazma Nüshalarında Tekvin 17:18 Ayetinin Metni

Tevrat’ın en önemli yazma nüshalarında yer aldığı şekliyle Tekvin 17:18 ayetinin metni şu şekildedir:

AVD nüshasında:[36]

قَالَ إِبْرَاهِيمُ لِلّٰهِ: لَيْتَ إِسْمَاعِيلَ يَعِيشُ أَمَامَكَ!

KJV nüshasında:[37]

And Abraham said unto God, O that Ishmael might live before thee!

LXX nüshasında:[38]

εἶπεν δὲ Αβρααμ πρὸς τὸν θεόν Ισμαηλ οὗτος ζήτω ἐναντίον σου

Samaritan nüshasında:[39]

ואמר אברהם לאלהים לוי ישמעאל יתוחי לרחותך

WTT nüshasında:[40]

וַיּאֹמֶר אַבְרָהָם אֶל־הָֽאֱלֹהִים לוּ יִשְׁמָעֵאל יִחְיֶה לְפָנֶֽיךָ

NFT nüshasında:[41]

ואמר אברהם קדם ייי אלווי לווי ישׁמעאל יחי קדמכמיך

PJT nüshasında:[42]

ואמר אברהם קדם ייי הלואי ישׁמעאל יתקיים ויפלח קומך

TAR nüshasında:[43]

וַאֲמַר אַברָהָם קדם יוי לְוֵי יִשׁמָעֵאל יִתקַיַים קְדָמָך

Peshitta nüshasında:[44]

ܘܐܡܪ ܐܒܪܗܡ ܩܕܡ ܡܪܝܐ ܘܐܡܪ ܐܘܠܘ ܝܫܡܥܝܠ ܚܝܐ ܩܕܡܝܟ

 

1.2. Ayetin Delaleti (Hz. İbrahim’in Hz. İsmail’in Soyuna Duası)

Tekvin 17:18 ayetinde Hz. İbrahim oğlu Hz. İsmail için dua etmektedir. Hz. İbrahim’in İsmail için ettiği duanın içeriğine dikkat etmek gerekmektedir. O, Allah’a şöyle niyaz eder: “Keşke İsmail senin huzurunda yaşasa.”

Samirî nüshasının Arapça çevirisinde bu ayet şu şekilde tercüme edilmiştir:

 يَا لَيْتَ إِسْمَاعِيلَ يَحْيَى فِي طَاعَتِكَ (Keşke İsmail senin itaatinde yaşasa).[45]

Bu ibarenin İngilizce nüshalardaki karşılığı “live before thee”[46] şeklindedir ve bu da İbranice יִחְיֶה לְפָנֶֽיךָ ibaresinin tercümesidir. Fakat bu ibarenin daha doğru ve tam tercümesi şu şekildedir: “Senin veçhin için yaşasa.”

Aramice PJT nüshasında bu ibare şu şekilde yazılmıştır: יתקיים ויפלח קומך Bu durumda bu ibarenin şu anlama gelir: “İsmail senin huzurunda ikamet etsin ve ibadet eylesin.”

Bu noktada, her insan Allah’ın huzurunda yaşarken burada “Allah’ın huzurunda yaşamak” ile tam olarak neyin kastedildiğini analiz etmemiz gerekmektedir. Bu cümleyi doğru anlamlandırmak için önce bu ibarede kastedilen anlamın Ahd-i Atik’in başka ayetlerinde tekrarlanıp tekrarlanmadığını saptamalıyız. Targum nüshalarını dikkatlice incelediğimizde, Hz. İdris (Enok), Nuh, İbrahim, İshak ve Davud için de aynı anlama gelen ifadelerin kullanıldığına şahit oluruz. Targum nüshasında, Tekvin Kitabı’nın 5:22 ayetinde Enok’un Allah’ın huzurunda gerçek bir kul olduğu belirtilmiştir. NFT nüshasında aynı kitabın 6:9 ayetinde ise Hz. Nuh’un Allah’ın huzurunda bir kul olduğu ifade edilmiştir.[47] Aynı ifade, Tekvin 17:1 ayetinde Hz. İbrahim için de kullanılmıştır.

Burada karşımıza çıkan soru, Allah’ın bu özelliklere sahip kullarına, yani Masoretik İbranice Tevrat’ın tabiriyle “Allah’ın huzurunda yürüyen,” Targum’un tabiriyle her biri “Allah’ın huzurunda bir kul olan” bu insanlara nasıl bir vaatte bulunduğudur. Bu sorunun yanıtını Hz. Davud’un Hz. Süleyman’a vasiyetinde buluruz. Bu vasiyette Hz. Davud oğluna Allah’ın bütün buyruklarını titizlikle yerine getirmesini tavsiye ederken ona, Allah’ın oğullarına vaatte bulunduğunu söylemiş ve eğer “Allah’ın huzurunda doğrulukla yürüyenler”den olurlarsa, onların birbiri ardı sıra İsrail tahtına çıkacaklarını müjdelemiştir.[48]

Bir başka yerde Hz. Süleyman, Allah’ın kendi huzurunda candan ve yürekten yürüyen kulları ile yaptığı anlaşmadan söz etmektedir. Bu anlaşma, Allah’ın Hz. Davud’un soyuna vaat ettiği krallıktır.[49]

Bütün bu söylenenlerden, Tevrat’ta “Allah’ın huzurunda yürümek” veya “Allah önünde yaşamak” veyahut “Allah’ın huzurunda bir kul” ibarelerinin geçtiği her ayette kastedilenin, Allah’ın ilahî krallığı (mülk) kendilerine bahşedeceği veya kendilerini insanlara rehber ve imam yapacağı kulları ile yaptığı anlaşma (ahit) olduğu anlaşılmaktadır.

Bir kez daha Tekvin Kitabı’nın 17’nci babına dönelim: Bu babın başında Allah Hz. İbrahim’e şöyle der: “Huzurumda yürü” veya Targum Onkelos’ta geçen tabirle[50] פלח קדמי (Benim huzurumda bir kul ol!). Ardından ona, kendisiyle yaptığı anlaşmayı yerine getireceğini vaat eder.[51] Yapılan açıklamalardan bunun, Hz. İbrahim ile yapılan imamet anlaşması olduğu anlaşılmaktadır. Hz. İbrahim, içerisinde bulunduğu koşullarda, imamet anlaşmasını bu kez Hz. İsmail’in oğulları için talep etmektedir: “Keşke İsmail senin huzurunda yaşasa!” Onun bu talebi ilahî dergâhta kabul olmuş[52] ve Allah, Hz. İbrahim’e İsmail’in soyunu alabildiğine (bi-me’od me’od) bereketli kılıp çoğaltacağını ve ondan on iki önder (nesi’im) dünyaya geleceğini vaat etmiştir.[53]

Allah’ın Hz. İbrahim’in “me’od me’od” konusunda duasına icabet ettiğini bildirmesinden ve İsmail’in soyundan on iki önderin ve büyük bir milletin ortaya çıkacağını vaat etmesinden, Hz. İbrahim’in duasının konusunun imametin Hz. İsmail soyunda devam etmesi olduğu anlaşılmaktadır.

Dikkat çekici bir biçimde buna benzer bir hadiseden Kur’ân’da da söz edilmektedir.[54] Allah, Hz. İbrahim’i birtakım kelimelerle imtihan ettikten ve Hz. İbrahim bu imtihandan başarıyla çıktıktan sonra Allah onu imamet makamıyla şereflendirdi. Daha sonra Hz. İbrahim, zürriyeti için de imamet makamını talep edince[55] Allah, cevabında, sözünün zalimleri kapsamayacağını söyledi.[56]

 

2. Hz. İsmail’in Soyundan On İki İmam (Tekvin, 17:20)

Bu makalede ele alınacak ikinci ayet, Tekvin 17:20 ayetidir. Bu ayeti incelemeye geçmeden önce, daha önce izlediğimiz yöntemi takip ederek en eski ve en önemli nüshalardan ayetin metnini aktaracağız. Ardından, ayetin delalet ettiği hususları analiz edeceğiz.

 

2.1. Eski ve Önemli Nüshalarda Tekvin 17:20 Ayetinin Metni

AVD nüshasında:                 

وَأَمَّا إِسْمَاعِيلَ فَقَدْ سَمِعْتُ لَكَ فِيهِ. هَا أَنَا أُبَارِكُهُ وَأُثْمِرُهُ وَأُكَثِّرُهُ كَثِيرًا جِدًّا. اثنا عَشَرَ رَئِيسًا يَلِدُ، وَأَجْعَلُهُ أُمَّةً كَثِيرَةً

KJV nüshasında:

And as for Ishmael, I have heard thee: Behold, I have blessed him, and will make him fruitful, and will multiply him exceedingly; twelve princes shall he beget, and I will make him a great nation.

LXX nüshasında:

περὶ δὲ Ισμαηλ ἰδοὺ ἐπήκουσά σου ἰδοὺ εὐλόγησα αὐτὸν καὶ αὐξανῶ αὐτὸν καὶ πληθυνῶ αὐτὸν σφόδρα δώδεκα ἔθνη γεννήσει καὶ δώσω αὐτὸν εἰς ἔθνος μέγα

NFT nüshasında:

ולישׁמעאל שׁמעית לקל צלותך הא ועל־עסק ישׁמעאל שׁמעית בקלך הא ברכת יתה ותוקפת יתיה וסגית וסגיית יתיה לחדא חדה לחדא תרין־עשׁר רברבין יולד תלד ואשׁוי יתה לאחסנה לאומה רבה

PJT nüshasında:

ועל ישׁמעאל קבילית צלותך הא בריכית יתיה ואפישׁ יתיה ואסגי יתיה לחדא לחדא תריסר רברבין יוליד ואיתיניניה לעם סגי

TAR nüshasında:

וְעַל שִׁמָעֵאל ולישׁמעאל קַבֵילִית צְלוֹתָך הָא בָרֵיכִית יָתֵ יה וְאַפֵישִׁית יָתֵ יה וְאַסגִיתִי יָתֵ יה לַחדָא לַחדָא תְרֵי־עֲסַר רַברְבִין יוֹלִיד וְאִתְנִינֵיה לְעַם סַגִי

WTT nüshasında:

וּֽלְ יִשְׁמָעֵ֘אל שְׁמַעְתִּ יךָ֒ הִנֵּ֣ה בֵּרַ֣כְתִּ יאתֹ֗וֹ וְהִפְרֵ יתִ֥י אתֹ֛וֹ וְהִרְבֵּ יתִ֥י אתֹ֖וֹ בִּמְא֣דֹ מְא֑דֹ שְׁנֵים־עָשָׂ֤ר נְשִׂ יאִם֙ יוֹלִ֔יד וּנְתַתִּ֖יו לְג֥וֹי גָּדֽוֹל

Peshitta nüshasında:

ܘܠܝܫܡܥܝܠ ܫܡܥܬ ܗܐ ܒܪܟܬܗ ܘܐܪܒܝܬܗ ܘܣܓܝܬܗ ܡܠܝܬܗ ܬܪܬܥܣܪ ܪܝܫܐ ܡܘܠܕ ܘܢܥܒܕܗ ܠܥܡܐ ܪܒܐ

Samaritan nüshasında:

ולישמעאל שמעתך אה ברכת יתה והפרית יתה והסגית יתה בשריר שריר תרי עסר נסיאים יולד ואתננה לגוי רב

 

2.2. “Me’od Me’od”un Anlamı

Allah, Hz. İbrahim’in duasına cevaben şöyle der:

“İsmail hakkındaki duana icabet ettim. Ona bereket vereceğim, çoğaltacağım ve Me’od Me’od vasıtasıyla ona azamet vereceğim…[57]

“Me’od me’od” sözcüğünün anlamı, bu ayetin anlaşmasında kilit bir rol oynar. Kitab-ı Mukaddes incelendiğinde, İbranice מְאדֹ (me’od) sözcüğünün tek başına “b” ön eki alarak בִּמְאדֹ (bi-me’od) şeklinde kullanımının bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu sözcük yalın halde kullanıldığında anlamı “çok” veya “hayli” anlamına gelmektedir ki bu durumda “b” ön ekine gerek duyulmamaktadır.

Bu durumda, sözcüğün, “bir hayli çok” anlamına gelecek şekilde, בִּמְא֥דֹ מְאֽדֹ (bi-me’od me’od) biçiminde kullanımının kural dışı olduğu ve dilbilgisi kuralları bakımından hatalı olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle, bu terkibin başka bir anlama geldiği ihtimali üzerinde durulması gerekmektedir.

Bu doğrultuda, ayetin doğru bir biçimde anlaşılması açısından, “me’od me’od” tabirinin özel isim olarak alınması gerektiği önerilmiştir. Böylece, 17:20 ayetinin ne anlama geldiği açıklığa kavuşmaktadır: Allah, Hz. İbrahim’e, Hz. İsmail’in soyuna “me’od me’od” aracılığıyla bereket, çokluk ve azamet vereceğini buyurmuştur.

Peki, burada sözü edilen “me’od me’od” kimdir? Hz. İsmail’in soyunda “me’od me’od” adında biri mi bulunmaktadır? Metin içi ve metinler arası çok sayıdaki karineden hareketle, “me’od me’od”un Hz. İsmail soyundan gelen en meşhur evladı olduğu, yani bu kişinin bizzat Hz. Muhammed (s.a.a.) olduğu sonucuna ulaşmak mümkündür. Nitekim Hz. İsmail ve soyu (Araplar), Hz. Peygamber sayesinde azamete, çokluğa ve berekete kavuşmuş ve yeryüzünde nam salmıştır.

Metin içi karineler bağlamında, bu sözcükle aynı kökten türeyen sözcükleri ve bu sözcüklerin Kitab-ı Mukaddes’teki kullanımlarına değinebiliriz. İbranicede ידה (yada[58]) kökünden olan bu sözcük, “hif’il” babına girdiğinde, şimdiki zamanın birinci tekil eril şahıs kipi olan מוֹדֶה (modeh) formunda tam olarak “Ahmed” (övülen) anlamına gelmektedir. Bu durumda, (İslâmî rivayetlerde “mûd mûd” şeklinde geçen) “me’od me’od” sözcüğünün Arapça karşılığı “Ahmed Ahmed” (övülen övülen) olur ki bunun daha doğru bir çevirisi Muhammed’dir (çokça övülen).[59] “Me’od me’od” sözcüğünün Süryanice nüshalardaki muadilinin ܛܒ ܛܒ (tab tab)[60] ve Aramice nüshalardaki karşılığının לחדא לחדא (lehadâ lehadâ)[61] olması bu görüşü desteklemektedir.

Yukarıdakilere ilaveten, sözü edilen görüşü destekleyen birtakım metinler arası karineler de mevcuttur ve bunlar, tarihsel tanıklıklar, ihtida etmiş Yahudilerin sözleri, İslâmî rivayetler ve benzerlerinden oluşur. Metin içi ve metinler arası bu tanıklıkların ayrıntılı incelenmesi, ele alınan ayetin anlaşılması açısından önemli bir rol ifa ederlerse de biz burada makalenin boyutlarını aşmamak ve asıl konumuz olan Tevrat’ta On İki İmam konusundan uzaklaşmamak adına araştırmamızın sonuçlarını burada genel hatlarıyla ortaya koyacağız. Burada Tekvin 17:20 ayetinde geçen בִּמְא֣דֹ מְא֑דֹ (me’od me’od) ifadesinin özel bir ismi işaret ettiği ve bunun da Arapçaya “bi-Muhammed” veya “bi-Ahmed Ahmed”[62] şeklinde çevrilebileceği görüşünü kabul edeceğiz.[63]

 

2.3. “Rabbânî” Sözcüğünün Anlamı

Tekvin 17:20 ayetinde Hz. İbrahim’e Hz. İsmail soyundan on iki ulu şahsın geleceği müjdelenmiştir. Bu on iki ulu şahsın kim oldukları, isimlerinin ne olduğu ve bu eşhasın doğrudan Hz. İsmail soyundan gelip gelmedikleri aşağıda tartışılacaktır. İbranice nüshada ulu sözcüğü yerine נשיאם (nasi’im), Süryanice nüshada ܪܘܪܒܢܝܢ (rurbnin), Aramice nüshada רברבין (rabrabin) sözcükleri geçmektedir. נשיאם ise, נשיא (nesi veya nasi) sözcüğünün çoğul hali olup önder, rehber, emir, reis, melik ve yüceltilmiş kimse anlamlarına gelmektedir.[64]

ܪܘܪܒܢܝܢ (rurbnin) ܪܒܢ (rbn) sözcüğünün çoğul hali olup ܪܒ (rb) kökünden türemiştir. Süryanicede, Aramicede ve Arapçada “rab” ve “rablik” (rubûbiyet) aynı anlama sahiptir ve bir şeye malik veya sahip olmak, efendilik ve velâyet anlamına gelmektedir. “Rabbî” sözcüğünün sözlük anlamı, ulumuz, efendimiz ve rabbimizdir. Bu sözcük Ahd-i Atik’te İsrailoğullarını oluşturan on iki kabilenin (esbât) reisleri ve bir topluluğun velâyet ve yönetim hakkına sahip olanlar için kullanılmıştır.

Bununla birlikte, aynı sözcüğün Ahd-i Cedid’deki kullanımı üzerinde de durmak gerekir. ܪܒܢ (rbn) “ulumuz” anlamında ve ܪܒܝ (rabbî) “efendim” anlamında, başka bir sözcüğe izafe olunmadan yalın halinde Hz. İsa dışında bir kimse için kullanılmamıştır. “Rabbî” sözcüğü Süryanice Ahd-i Cedid’de toplamda yetmiş iki defa ve “rbn” sözcüğü Peshitta nüshasında on yedi defa kullanılmıştır. Bütün bu kullanımlarda bu sözcükle hitap edilen kişi Hz. İsa’dır; başka biri değildir.[65] Matta İncili’nin başında Hz. İsa şöyle der:

Kâtipler ve Ferisiler Musa’nın kürsüsünde otururlar. Meydanlarda saygı görmekten ve insanların kendilerini ܪܒܝ ܪܒܝ (Rabbî Rabbî) diye çağırmalarından zevk duyarlar. Sonra havarilerine şöyle dedi: Kimse sizi ܪܒܝ (Rabbî) diye çağırmasın. Çünkü sizin Rabbiniz tektir ve siz hepiniz kardeşsiniz.[66]

Buna göre Ahd-i Cedid’de “rabbî” veya “rabbân” sözcüğünün, bir konuda hüküm verdiğinde hükmüne uyulması gereken yüksek mertebe sahibi din âlimini, yani bir topluluğun reisi ve velisi olan kimseyi işaret ettiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, sahip oldukları yüksek mertebeye rağmen Hz. İsa’nın havarileri de bu unvana layık görülmemişlerdir.

Kur’ân’da “rabbânî” sözcüğü üç ayette geçmektedir.[67] Allah, Mâide Sûresi 44’üncü ayette şöyle buyurur:

اِنَّٓا اَنْزَلْنَا التَّوْرٰيةَ فٖيهَا هُدًى وَنُورٌۚ يَحْكُمُ بِهَا النَّبِيُّونَ الَّذٖينَ اَسْلَمُوا لِلَّذٖينَ هَادُوا وَالرَّبَّانِيُّونَ وَالْاَحْبَارُ بِمَا اسْتُحْفِظُوا مِنْ كِتَابِ اللّٰهِ

İçinde hidayet ve nur bulunan Tevrat’ı biz indirdik. İslâm [teslim] olan peygamberler Yahudîler için onunla hüküm verirler. Ve aynı şekilde rabbânîler ve ahbâr da Allah’ın kitabından hıfz ettikleri vasıtasıyla...

Bu ayetle ilgili olarak nakledilen bir rivayet dikkat çekicidir. İmam Cafer Sâdık (a.s.) bu ayet hakkında şöyle buyurmuştur:

Bu ayette geçen rabbânîler, peygamberlerden farklı olan imamlardır. Onlar insanları ilimleriyle terbiye ederler. Ahbâra gelince; onlar da rabbânîlerden farklıdır. Onlar insanları rabbânîlere davet eden kimselerdir.[68]

Bütün bunlar neticesinde İslâmî rivayetlerden çıkan sonuç şudur: “Rabbânî” ile kastedilen, ilâhî ilmiyle insanları eğiten, insanların da kendisine itaat etmekle yükümlü oldukları Masum İmam’dır.

Başka rivayetlerde de “rabbî” veya “rabbânî” sözcüğüne işaret edilmiştir. Bir rivayette râvi, Müminlerin Emiri Ali’ye (a.s.) “dâbbetü’l-arz”ın ne olduğunu sorar. İmam Ali cevabında şöyle der: “Bu ümmetin sıddıkı, faruku, rabbîsi ve iki boynuzlusudur (zü’l-karneyn).”[69] Bu rivayete göre Müminleri Emiri Ali (a.s.) kendisini İslâm ümmetinin rabbîsi olarak tanıtmıştır.

Bir başka rivayette, Hz. Peygamber’in (s.a.a.) kıymetli sahabîsi Ebû Zer-i Gıffârî’den vasiyette bulunması istenir. O, vasiyette bulunduğunu söyleyince, “Müminlerin Emiri Osman’a mı vasiyette bulundun?” diye sorulur. Ebû Zer cevabında, “Hayır! Bilakis hakikaten Müminlerin Emiri olan kimseye, yani Müminlerin Emiri Ali b. Ebî Tâlib’e vasiyette bulundum. O, yeryüzünün (sağlamlaştırıcı) çivisi ve bu ümmetin rabbîsidir,” der.[70]

Bir başka rivayette ise Hz. Peygamber (s.a.a.) şöyle buyurur: “Ali bu ümmetin rabbânîsidir.”[71]

Yukarıda sözü edilenler ışığında, “rabbî” veya “rabbânî” sözcüğünün efendi (mevlâ), önder, rehber, reis anlamlarına geldiği ve Ahd-i Atik’i oluşturan kitaplarda bu sözcüklerin kavminin liderliği görevini üstlenen yöneticiler için kullanıldığı; buna mukabil Ahd-i Cedid’de, çok yüce bir makamı işaret etmesinden dolayı sadece Hz. İsa için kullanıldığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, Allah tarafından bir kimseye bir unvan olarak verildiğinde bu sözcüğün anlamı ilâhî ilim ve semavî bir makam sahibi olan Allah’ın velisi (veliyullah), önder ve rehber anlamlarına sahiptir.

Tekvin 17:20 ayetinde Allah, Hz. İbrahim’e Hz. İsmail’in soyundan on iki rabbînin vücuda geleceğini müjdelemiştir. Bu on iki rabbânînin makamı Hz. İsa’nın havarilerininkinden daha yücedir. Hatta Hz. Yakub’un on iki oğlu da bu makama nail olmamıştır. Buna göre, tarih içerisinde, Allah tarafından seçilen bu on iki velinin kimler oldukları incelenmelidir. Görünüşe göre bu on iki rabbanî, doğrudan Hz. İsmail’in zürriyetinden olan on iki oğul değildir. Zira hiçbir semavî kitapta veya tarihî kaynakta, doğrudan Hz. İsmail’in soyundan olan evladı arasında ilahî ilme veya semavî bir rehberliğe sahip birine tesadüf edilmemektedir. Hz. İsmail’in evladından olup semavî bir rehberliğe sahip olduğu bilinen on iki kişi, sadece Hz. Peygamber’in İslâm ümmetinin on iki rabbânîsi olarak nitelediği, ilkleri Ali b. Ebî Tâlib, sonuncuları Mehdî olan On İki İmam’dır (a.s.).

 

3. Tevrat’ta On İki Rabbânînin İsimleri

Tevrat’ın bir başka babında, Hz. İsmail’in evladından olan on iki rabbânînin isimleri zikredilmiştir. Bu bölümde, bu isimlerin tarihte kimlere tekabül ettiğini açıklığa kavuşturmaya çalışacağız. Konuya bir giriş olarak, dört farklı grupta yer alan zevatın Hz. İsmail’in soyundan gelen on iki kişiye tekabül etmesinin muhtemel olduğundan söz edebiliriz. İlk grup, Hz. İsmail’in zürriyetinden olan oğullarıdır. İkinci grup, Hz. Peygamber’in Hz. İsmail soyundan olan atalarıdır. Üçüncü grup, MÖ birinci bin yıldaki Arap kabileleridir. Dördüncü grup, Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyti’nden olan Masum İmamlar’dır. Makalenin devamında, Tevrat’ta geçen isimleri odağa alarak, bu dört gruptan hangisinin Hz. İsmail soyundan olan gerçek on iki rabbânî olduklarını inceleyeceğiz.

 

3.1. Kitab-ı Mukaddes’in Eski Nüshalarında On İki Rabbânînin İsimleri ve Anlamları

Tevrat’ta ve ayrıca Birinci Tarihler Kitabı’nda Hz. İsmail’in on iki evladının isimleri geçmektedir:

İsmail oğullarının isimleri, dünyaya geldikleri sıraya göre şu şekildedir: İsmail'in ilk oğlu Nebayot, Kaydar, Adbe’el, Mibsam, Mişma, Duma, Massa, Hadar, Tema, Yetur, Nafiş ve Kedma.[72]

Nebayot (İbranicede: נְבָ י֔תֹֹ, Süryanicede: ܢܒܝܘܬ, Aramicede: נְבָיוֹת, Yunancada: Ναβαιωθ ve Samirian Targum’da: נבאות) sözcüğü “nebi” sözcüğü ile aynı köktendir ve “nebe” (haber) ve “vahiy” anlamına gelir.

Kaydar (İbranicede: קֵדָ֥ר, Süryanicede: ܩܕܪ, Aramicede: קדר ve Yunancada: Κηδαρ) İbranicede “kara” ve “siyah”; Aramicede “takdir” anlamına gelir.

Adbe’el (İbranicede ve Aramicede: אַדְבְּאֵ֖ל, Süryanicede: ܐܪܒܠ [Arbel], Yunancada: αβδεηλ [Abdeel][73], Latincede: Abdeel[74]) “Allah’ın edeplendirdiği” anlamına gelir. Adbe’el ismi bağlamında, bu ismin Tevrat’ın en eski tarihli nüshası olan Yunanca LXX nüshasında bulunduğunu ve ayrıca, eski ve meşhur bir nüsha olan Vulgat nüshasında Abde’el şeklinde yazıldığını belirtmek gerekir. Abde’el şeklindeki imlasını esas alırsak, bu durumda sözcük, “Allah yolunda öldürülen” veya “uzuvları Allah için parça parça edilen kimse” anlamına gelir.[75]

Mibsam (İbranicede: מִבְשָֽׂם [Mibusam], Süryanicede: ܡܣܒܡ [Mebsem], Aramicede: מִבשָׁם [Miyuşam], Yunancada: Μασσαμ [Massam], Latincede: Mabsam) İbranice בשם (besem) kökünden türeyen bu sözcük, “güzel kokulu”, “güzel” ve “beğenilen” anlamlarına gelir.[76]

Mişma (İbranicede ve Aramicede: מִשְׁמָ֥ע, Süryanicede: ܡܫܡܥ, Yunancada: Μασμα, Latincede: Masma) שׁמע kökünden türemiştir ve “işitme ve kabul”[77] veya “işitilen”, “şöhret ve meşhur” anlamlarına gelir.

Duma (İbranicede ve Aramicede: דוּמָ֖ה, Süryanicede: ܪܘܡܐ [Ruma], Yunancada: Ιδουμα [Idouma], Latincede: Duma) İbranicede “sessizlik”, “huzur” ve “daimî sükûnet” anlamlarına gelir.[78]

Massa (İbranicede: מַשָּֽׂא, Aramicede: מַשָׁא [Maşşa], Süryanicede: ܡܣܐ [Msa], Yunancada: Μασση [Masse], Latincede: Massa) İbranicede tam olarak Arapçadaki “haml” anlamına gelen נשֵֹׂא kökünden gelen bu sözcük “tahammül”, “yük”, “vahiy” ve “yükseltmek”[79] anlamlarına gelir.

Hadar (Aramicede ve İbranicede: חדר, Süryanicede: ܚܕܪ, Yunancada: Χοδδαδ [Haddad], Latincede: [Clementine Vulgate nüshasına göre] Hadar) “ihata etmek”, “hisarla çevirmek” ve “içine yerleştirmek” anlamlarına gelir.[80]

Tema (İbranicede ve Aramicede: תֵ ימָ֔א, Süryanicede: ܬܝܡܐ, Yunancada: Θαιμαν [Thaiman], Latincede: Thema) sözcüğünün İbranice kökeni bilinmemektedir. Aramicede תימָ ve תֵמה “hayret etmek”, “tutulmak” ve “kararsız kalmak” anlamlarına gelir.[81] Arapçada “t y m” sözcüğü, Aramicedekine benzer şekilde, “şiddetli hayret” ve “bir şeyi aşırı sevmekten kaynaklanan akıl tutulması” anlamlarına gelir. Bu açıdan “et-teym” sözcüğüne “el-abd” (kul) anlamı verilmiştir.[82] Gerçek kul, Allah’a ilişkin marifetinden dolayı aklı tutulan ve Allah’ta mütehayyir olan kimsedir. Öyle ki bu hayreti kulu, Allah karşısında küçük düşmeye (tezelzül) ve O’na ibadet etmeye (ubûdiyet) sevk eder. Bu bakımdan kula veya âbide “et-teym” denilmiştir.[83]

Yetur (İbranicede ve Aramicede: יְט֥וּר, Süryanicede: ܢܛܘܪ, Yunancada: Ιετουρ, Latincede: Itur) טִּירה ile aynı kökten olup “askerî ordugâh”, “kışla” anlamına gelir. Bu durumda יְט֥וּר sözcüğü, “bir kışlada mahsur kalmış kimse” anlamına gelir.[84]

Nafiş (İbranicede ve Aramicede: נָפִ֖ישׁ, Süryanicede: ܢܦܫ, Yunancada: Ναφες, Latincede: Naphis) נפשׁ kökünden türeyen bu sözcük “nefis”, “ruh”, “şahıs”, “canlı”, “teneffüs”, “nefsi yenileme” ve “yeni bir ruh bağışlama” anlamlarına gelir.[85] Arapçada “n f s” kökünden türeyen “nâfis” ve “nefîs” sözcükleri kerim ve cömert anlamlarına gelmektedir.[86]

Kedma (İbranicede: קֵ֥דְמָה, Aramicede: קֵ֥דְמָה veya קדומא [Birinci Tarihler Kitabı, 11:31], Süryanicede: ܩܕܡ, Yunancada: Κεδμα, Latincede: Cedma) İbranicede “doğu”, “fecir” ve “Güneş’in doğduğu yer” anlamlarına gelir.[87] Ahd-i Atik’te otuzdan fazla ayette geçmektedir. קֵ֥דְמָה sözcüğünün Yunanca muadili olan ve ἀνατολὴ kökünden türeyen ἀνατολὰς sözcüğü tam olarak “Güneş’in doğuşu” veya “yıldızın yükselmesi” veyahut “fecrin doğmas”ı anlamlarına gelir. Ahd-i Atik’in ve ayrıca Ahd-i Cedid’in bazı ayetlerinde kurtarıcının ve Mesih’in zuhuru için ἀνατολὴ sözcüğü veya türevleri kullanılmıştır.[88] Aramicede de קידומ sözcüğü “doğu” veya “fecir” anlamlarına gelmektedir.[89]

Yukarıda açıklanan isimlerin tarihte kimlere işaret ettiklerinin tespiti bazı tarihsel mülahazalarda bulunulmasını gerektirmektedir. Makalenin devamında bu konuya odaklanacağız.

 

3.2. Hz. İsmail’in İsimleri Zikredilen Evladının Kimler Olduklarının Tespitine Dair Tarihsel Mülahazalar

Yukarıda da ifade edildiği üzere, hiçbir semavî kitapta veya tarihî kaynakta, doğrudan Hz. İsmail’in zürriyetinden olan evlatları arasından birinin, ilâhî ilme veya semavî rehberliğe sahip olduğuna dair bir göstergeye tesadüf edilmemektedir. Şayet doğrudan Hz. İsmail’in soyundan olan on iki evladının ulu veya rabbânî kimseler oldukları söz konusu olsaydı, tarih kitaplarında mutlaka onlara dair bir bilgi bulunurdu.

Şu hâlde, sözü geçen isimlerle kastedilenlerin kimler olduklarını anlamak, bir başka ifadeyle bu muammayı çözmek için aşağıdaki hususları göz önüne bulundurmak gerekmektedir:

1. Zikrolunan isimlerin sahiplerinin tamamının Hz. İsmail’in doğrudan oğulları olmaları ve aynı kuşakta dünyaya gelmiş olmaları mümkün değildir; aksine bu zevat, farklı kuşaklarda ve farklı zaman dilimlerinde dünyaya gelmişlerdir. Nitekim bu husus, 13:25 ayetinin başında şu şekilde ifade edilmiştir: “İsmailoğullarının isimleri, dünyaya geldikleri sıraya göre şu şekildedir.”

 “Dünyaya geldikleri” ifadesi, Arapça nüshada “mevâliduhum”; İbranice nüshada תוֹלְדתָֹם (toledotam); Yunanca nüshada γενεῶν (geneon) sözcüğüyle karşılanmıştır. Her üç sözcük, bir zaman dilimini ve bir dönemi veya belli bir tarihsel süreç içerisinde birbirini izleyen soy zinciri anlamına gelmektedir.[90] γενεῶν (geneon) sözcüğü Yunanca Ahd-i Atik’te yirmiden fazla ayette geçmektedir. Bu kullanımların tamamında hiçbir istisna olmaksızın sözcük, soylar, dönemler, zamanlar ve nesiller şeklinde çevrilmiştir. Dolayısıyla, sözü edilen on iki ismin tamamının, Hz. İsmail’in aynı dönemde ve aynı kuşakta yaşamış ve doğrudan onun zürriyetinden olan oğullarına ait olmadığı anlaşılmaktadır. Aksine, bu isimler, zamansal olarak farklı kuşaklarda yaşamış kişilere ait isimlerdir.

2. Esasında Hz. İsmail’in on iki oğlu hakkında Ahd-i Atik’te ve Ahd-i Cedid’de[91] ve ayrıca tarih kaynaklarında[92] hatırı sayılır bir bilgi elde edilememektedir. Sözü geçen on iki ismin anıldığı tek ayet,[93] Tekvin’in 25’inci babındadır.[94] İslâmî rivayetlerde de -ileride sözü edileceği üzere- Kaydar’ın Hz. İsmail’in büyük oğlu, Nebayot’un (Nebit veya Nebt) ise Kaydar’ın -kardeşi değil- oğlu olduğu geçmektedir.

3. Tevrat’ta Hz. İsmail’in soyundan gelen evladı için kullanılan isimlerin, bu şahısların özelliklerini ve niteliklerini açıkladığı anlaşılmaktadır. Buna göre, sözü edilen on iki isim, bu şahısların özel ismi değildir; aksine onların yaşadıkları muhitte tanındıkları özelliklerini ifade etmektedir. Bu hususa delalet eden iki karine bulunmaktadır:

Birinci karine şudur: Tekvin 13:25 ayetinin AVD nüshasındaki Arapça çevirisinde şu şekilde geçer:

هَذِهِ أَسْمَاءُ بَنِي إِسْمَاعِيلَ بِأَسْمَائِهِمْ

Bu çevirinin doğru olması mümkün değildir çünkü “esmâ” sözcüğünün aynı cümlede iki kez tekrarlanması anlamsızdır. “Bi-esmâihim” ifadesi, בִּשְׁמתָֹם (bishmotam) sözcüğünün karşılığıdır. Bu sözcük hem “onların isimleri” anlamına gelir hem de “onların şöhretleri ve vasıfları” anlamına gelir.[95] Bu durumda yukarıda geçen ifadenin doğru çevirisi şu şekilde olmalıdır: “İsmailoğullarının isimleri, şöhretlerine (tanındıkları isim veya vasıflara) göre isimleri şu şekildedir.” Bu durumda bu isimler, bu şahısların yaşadıkları muhitte bilindikleri isimlere veya tanınmalarını sağlayan niteliklerine işaret ediyor olmalıdır.

Bu isimlerin özel isim değil de birer nitelik ve vasıf olduklarını gösteren ikinci karine şudur: Tevrat’ı şerh eden eski Yahudî bilginlerinden bazıları bu isimleri çevirmiş ve anlamlarını vermişlerdir. Örneğin PST nüshasında bu isimlerin bazıları şu şekilde tercüme edilmişlerdir: “Nebayot, Nabt[96] (נבט); Kaydar, Arap (ערב); Mişma, itaatkâr ve işiten (צייתא); Duma, sessiz ve suskun (שׁתוקא); Messa, taşıyıcı ve verimli (מסוברא); Hadar, kesin (חריפא) ve Tema, güney (אדרומא).[97] Hâlbuki Tevrat’ta geçen şecereleri incelediğimizde, müfessir ve targum müelliflerince ayetlerde geçen isimlerin hiçbirinin çevrilmediğini görmekteyiz. Tekvin Kitabı’nda, Hz. Âdem’in, Nuh’un, İbrahim’in, İshak’ın, Esov’un, Yakub’un ve diğerlerinin soylarından gelenlerin isimleri uzun uzadıya zikredilmiştir; fakat bunlardan hiçbiri, targum müelliflerince bir nitelik olarak ele alınıp anlamlandırılmamıştır. Bu, sözünü ettiğimiz isimlerin İsmailoğullarının sıfatları ve nitelikleri olduğuna delalet eden bir başka karinedir. Zira aksi takdirde, bu isimlerin anlamlarının verilmesi mantıksız olurdu.

4. Tevrat’ta mevcut bulunan isimlerin dikkatlice kayıt altına alınması bağlamında, bu isimlerin bugüne değin 3300 yıl[98] süren oldukça engebeli bir yolu kat ettiklerini göz önünde bulundurmamız gerekir. Bu isimlerin bulunduğu en eski tarihli İbranice nüsha, 9. yüzyılda istinsah edilen Leningrad ve Halep nüshasıdır. İbranice Tevrat’ın mevcut en eski tarihli nüshalarının (Kumran Yazmaları[99]) tamamı bu makalede incelenen ayetleri içermezler.[100] Modern araştırmacıların ifadesiyle, bugün eldeki Tevrat, Hz. Musa’ya nazil olan Tevrat’ın aynısı değildir; aksine, eldeki Tevrat, altı asır boyunca dört kaynaktan derlenmiş bir metindir.[101] Dolayısıyla, isimlerin yazımında ve imlasında bazı değişikliklerin olması doğaldır.

Sözgelimi, İncil çevirilerinde Hıristiyanlığın birincil şahsiyeti olan İsa Mesih’in isminin yazımında da çok sayıda görüş ayrılığı ve buna bağlı olarak imla farklılığı olduğu tespit edilmiştir. Hz. İsa, Babil esaretinden beş yüz yıl önce dünyaya gelmiş, tanınan ve bilinen bir şahsiyet olmasına rağmen ismi Süryanicede ܝܫܘܥ (Yeshu), Yunancada Ιησοῦς (Iesous), Latincede Iesus ve Kur’ân’da İsa şeklinde yazılmıştır. Görüldüğü üzere, İsa isminin Yunanca telaffuzu Süryanicedekinden oldukça farklılaşmıştır.[102]

5. Tevrat’ta bu on iki ismin sıralamasına kesin olarak güvenilemeyeceği de hatırlatılmalıdır. Bugünkü Tevrat’ta isimlerin listesi ile ilgili birçok farklı örnek bulunmaktadır ve bu isimlerin sıralamaları farklı şekillerde verilmiştir. Örnek olarak, Tekvin 24:30-32:20 ve Çıkış 1:1-4 ayetlerinde verilen Yakub’un oğullarının isimlerinin listelerinde bulunan sıralama farklarından bahsedilebilir.

6. Bu on iki isimden bazılarının (örneğin, Tema ve Duma) MÖ birinci bin yıldan önce var olan bazı kabilelerin veya şehirlerin isimleri olduğu göz önünde bulundurulduğunda, mevcut Tevrat’ın nasıl ortaya çıktığına dair ünlü Wellhausen hipotezine dikkat çekmek faydalı olacaktır. Wellhausen’e göre Tevrat’taki şecereler (soy kütükleri) P kaynağında Yahudî olmayan milletler için Yahudî din adamlarınca derlenmiştir. Bilhassa Tekvin’in 25’inci babındaki İsmailoğulları şeceresi, Yahudî din adamları (ahbâr) tarafından oluşturulmuştur.[103] Buna göre, P kaynağının redaktörlerinin Hz. İsmail’e nispet ettikleri oğulların isimleri olan bu on iki isimden bazıları, aslında MÖ birinci bin yılda yaşamış Yahudî din adamlarının çağdaşı bazı Arap kabilelerinin isimleridir. P kaynağının redaktörleri, Hz. İsmail’in adını, çağdaş Arap kabilelerinin ortak atası olmaya uygun bir isim olarak değerlendirmişlerdir.[104]

 

3.3. İslâmî Rivayetlerde Tevrat’ta Geçen On İki İsmin Tarihsel Karşılıkları

Tevrat’ta zikredilen isimlerin detaylı incelemesi neticesinde, bu on iki isimden ikisinin; Kaydar ve Nebayot’un (Nabat veya Nebit) İslâm Peygamberi’nin ataları olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca, Arapçaya Haml olarak çevrilen Messa da Hz. Peygamber’in atalarından biri olarak kabul edilir; ancak diğer isimler, Hz. Peygamber’in ataları arasında bulunmaz.[105] Öte yandan, bu isimlerden bazıları İslam Peygamberi’nin hanedanından olan On İki İmam’ın isimleri veya insanlar arasında tanındıkları vasıflarıdır.

Hadar (ibranicede: חדר, Süryanicede ܚܕܪ) Müminlerin Emiri Ali’nin (a.s.) Yahudîlerce de bilinen meşhur adıdır. Hayber Savaşı’nda, İslâm ordusunun cesur komutanı Müminlerin Emiri Ali (a.s.), Hayber Kalesi’nin savaşçısı Merhab’ın karşısına çıktığında kendisini şu şekilde tanıtmıştır: “Ben, annesinin kendisini Haydare diye isimlendirdiği kimseyim!”[106] Merhab bu ismi duyunca bütün bedenini korku kapladı; çünkü sütannesinden kendisini Haydar adında birinin öldüreceğini duymuştu.[107]

Bir başka rivayette Hz. Peygamber’in bir Yahudi’ye şöyle dediği nakledilmiştir: “Ey Yahudî! Benim vasim Ali b. Ebî Tâlib’dir. Onun Tevrat’taki ismi İlya, İncil’deki ismi ise Haydar’dır.”[108] Bir hadiste bir rahibin Müminlerin Emiri Ali (a.s.) ile sohbet ettiği, sohbetin sonunda zünnarını çıkararak Müslüman olduğu geçmektedir. Müslüman olmasının nedenini şu sözlerle açıklamıştır: “Ben önceki kitaplarda senin adının Haydare olduğunu gördüm.”[109]

Araplar arasında ilk defa Müminlerin Emiri Ali’nin (a.s.) Haydar ismini alması dikkat çekicidir. Ondan önce Araplar arasında bu isim bilinmezdi.[110] Arap dili kitaplarında, “Hadar” maddesi altında Ezherî’den Haydar’ın Müminlerin Emiri Ali’nin (a.s.) ismi olduğu ve bu konuda hiçbir görüş ayrılığının bulunmadığı nakledilmiştir.[111] Erken dönemde yaşamış bir dilbilimci olan ve Arap diline dair en eski tarihli kitap olan Kitabu’l-ayn’ı kaleme alan Halil b. Ahmed Ferâhîdî (ö. 175/791), bu isim hakkında şunları yazmıştır: Haydare: Ali b. Ebî Tâlib’in Tevrat’taki ismidir. O, bir recezinde şöyle demiştir: “Ben, annemin bana Haydar ismini verdiği kişiyim!”[112]

Sözü geçen on iki isimden bir diğeri, Abde’el’dir. Abde’el -yukarıda da ifade ettiğimiz üzere- Allah yolunda öldürülen veya uzuvları Allah için parça parça edilen kimse anlamına gelmektedir. Bu anlam, İmam Hüseyin b. Ali b. Ebî Tâlib (a.s.) ile birebir örtüşmektedir.

Tema, mezkûr on iki isimden biri olup âbid veya çokça ibadet eden kimse anlamına gelmektedir. Bu isim, İmam Hüseyin’in oğlu Ali Zeynelâbidîn’e (a.s.) uymaktadır.[113]

Bu on iki ismin onuncusu olan Yetur ismi, “askerî” anlamına gelmektedir ve bu da Hz. Peygamber’in hanedanından onuncu imam İmam Ali Hâdî’nin (a.s.) en bilinen lakabıdır.

Son olarak, İsmailoğullarının on iki isminden bir başkası olan Kadme’nin Arapçalaşmış şekli Kudayme’dir. Bu isim, daha önce de belirtildiği gibi, İbranicede fecir anlamına gelmektedir. Fecir, İslâmî rivayetlerde, Hz. Peygamber’in hanedanından on ikinci evlat ve ahir zamanda kurtarıcı olarak zuhur edecek olan Hz. Mehdî’nin (a.f.) en bilinen isimlerinden biridir. İmam Cafer Sâdık’tan (a.s.) nakledilen bir hadiste, onun Fecir Sûresi bağlamında “Fecir, Kâim’dir (Mehdî’dir)” dediği aktarılmıştır.[114] Kadir Sûresi’nin son ayetiyle ilgili olarak nakledilen bir hadiste ise şöyle geçer: “O gece, fecrin doğuşuna kadar esenliktir ayetinde kastedilen, Kâim’in (a.s.) hurucuna kadar esenlik olduğudur.”[115] İmam Mehdî’nin Fecir lakabıyla anılmasının nedeni, dünyanın son kurtarıcısı olmasından dolayıdır. O, dünya küfür, zulüm ve cehalet karanlığıyla ile kapkara olmuşken fecir misali doğacak ve dünyayı tevhid, adalet ve ilim nuruyla aydınlatacaktır.

 

3.4. Değerlendirme

Hz. İsmail’in soyundan gelen on iki kişinin dört farklı grubu ile karşı karşıyayız. Birinci grup, Hz. İsmail’in doğrudan evlatları; ikinci grup, Hz. Peygamber’in (Hz. İsmail neslinden olan) ataları; üçüncü grup, MÖ birinci bin yılda Arap kabileleri ve dördüncü grup, Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyti’nden olan Masum İmamlar (a.s.). Allah’ın Hz. İsmail’in evlatlarına verilen müjdenin muhataplarını bu dört grup arasından seçmek zorundayız.[116] Bununla birlikte, seçilecek grubun aşağıdaki şartları mutlaka taşıması gerektiğine dikkat edilmelidir:

Birincisi: Bu kişiler, on iki kişiden oluşan bir grup olmalıdır. İkincisi: Bu on iki kişi ilâhî açıdan, rabbânî ya da imam olarak kabul edilmelidir; öyle ki her birinin, Hz. İsa’nın havarilerinin dahi makamlarına ulaşamayacağı bir makamda olması gerekir. Üçüncüsü: Bu kişiler İslam Peygamberi (Me’od Me’od) ile O’nun evladı oldukları söylenebilecek kadar yakın bir ilişkiye sahip olmalıdırlar.

Hz. İsmail’in soyundan gelen bu on iki ismin belirlenmesi için Tekvin 17:20 ayetinde yapılan değerlendirmeler ve ayrıca yukarıda sözü edilen üç şart esas alındığında, Hz. İsmail’in soyuna verilen bu ilahî müjdenin, dördüncü grubu, yani İslam Peygamberi’nin (s.a.a.) hanedanından olan On İki Masum İmamı (a.s.) kapsadığı açık ve kesin bir şekilde anlaşılmaktadır. Zira ilk üç grup, belirli bir on iki kişilik grubu işaret etmediği gibi bu gruplarda yer alan kişiler rabbânî de değildirler. Bunlara ilaveten, İslam Peygamberi ile de yakın bir ilişkileri bulunmamaktadır.

Öte yandan, Tekvin Kitabı’nın 25’inci babında geçen Hz. İsmail’in on iki oğlunun adları bağlamında; bu on iki isimden bazılarının ne İslam Peygamberi’nin ataları arasında ne de İslam öncesi Arap toplumunda rastlanan isimler olmadıkları; buna mukabil, doğrudan Hz. Peygamber’in hanedanından olan On İki İmam’a özgü vasıflar oldukları göz önüne alındığında, Tevrat’taki bu isimlerin tek gerçek karşılığının, Peygamber hanedanından gelen On İki İmam olduğu anlaşılmaktadır. Başka bir ifadeyle, mevcut Tevrat’ta değil de asıl Tevrat’ta Allah’ın Hz. Musa’ya ve İsrailoğullarına, Peygamber hanedanından gelen bu On İki İmam’ın isimlerini bildirdiğini -ki bu isimlerden bazıları mevcut Tevrat’a da intikal etmiştir- ileri sürmek makuldür. MÖ birinci bin yıl boyunca İsrailoğullarına gelen peygamberlerin bu isimler hakkında bilgi sahibi oldukları kesindir. Nitekim İsrailoğullarının din adamları MÖ birinci bin yıl boyunca bu isimlerin bazılarını, Tevrat’taki şecerelerde Hz. İsmail’in soyundan gelenlerin isimleri olarak kaydetmişlerdir.

Bununla birlikte, Hz. Peygamber’in hanedanına mensup On İki İmam’dan bazılarının isimlerinin (veya vasıflarının) Tevrat’taki bu on iki kişilik isim listesinde açıkça yer almadığı; bunun yerine bu listelerde, İslam öncesi Arap kabilelerinden veya Hz. Peygamber’in atalarından bazılarının isimlerinin geçtiği görülmektedir. Bu durum, ya mevcut Tevrat’taki on iki ismin, On İki İmam’ın İbranicedeki karşılıkları olduğunu ve bu isimlerle On İki İmam arasında bağlantı kuramamızın bizim problemimiz olduğunu ya da Wellhausen’in iddia ettiği gibi, Yahudî din adamlarının Tevrat’ın son redaksiyonu sırasında, kendi dönemlerinde büyük Arap kabileleri arasında yer alan, içerisinde Hz. Peygamber’in atalarından bazılarının isimlerinin de bulunduğu kimi isimleri bu listeye dâhil ettiklerini göstermektedir.

 

Sonuç

Bu makalede, Tekvin Kitabı’nın 17:18 ve 17:20 ayetlerinin, Hz. Muhammed’in (s.a.a.) ve On İki İmam’ın (a.s.) zuhuruna dair bir müjde içerdiğine delalet eden birbirinden farklı ve güvenilir kanıtların bulunduğunu göstermeye çalıştık. Bu kanıtlar, sözü edilen ayetlerde kullanılan sözcüklerin farklı dillerdeki anlamlarının incelenmesinden, aynı sözcüklerin Tevrat’ın diğer ayetlerindeki kullanımlarının analizinden ve bunların İslamî rivayetlerle karşılaştırılmasından oluşmaktadır.

Bu incelemelerden elde edilen sonuçlar dört maddede özetlenebilir: Birincisi, Hz. İbrahim’in kendi zürriyeti için ettiği duadaki imamet kavramı; ikincisi, “Me’od Me’od” ifadesinin anlamı ve tarihsel bağlamı; üçüncüsü, Hz. İsmail’in soyundan gelen on iki rabbânî oğul ifadesinin anlamı ve dördüncüsü, Tekvin Kitabı’nın 25’inci babına göre bu on iki oğulun kimler oldukları.

Bu çalışma, söz konusu ayetlerden elde edilen kanıtların daha derinlikli incelemesi ve Hz. İsmail’in soyundan gelen on iki rabbânînin kimliklerinin açıklığa kavuşturmak amacıyla daha sağlam karşılaştırmalı verilerin ortaya konulması adına bir başlangıç sayılabilir.

 

 

Çeviri: İbrahim Erkin

 

Medya Şafak

 

 

 



[1] Makalenin orijinali için bkz. Hâdi Ali Takavî, Muhammed Kandehârî ve Muhsin Feyzbahş, “Devâzdeh İmam der Tevrat: Nigâhî Nov be Beşâret-i İbrahim der Sifr-i Peydâyiş,” Faslnâme-i İmamet-pejûhî, 12 (1392): s. 17-55.

[2] Saff Sûresi, 6: “Hani, Meryem oğlu İsa, ‘Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan Tevrat’ı doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen, Allah’ın size gönderilmiş bir peygamberiyim’ demişti. Ama o elçi, kendilerine belgelerle geldiği zaman: ‘Bu, apaçık bir sihirdir’ demişlerdi.”

A’râf Sûresi, 157: “Onlar, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları Elçi’ye, o ümmî peygambere uyan kimselerdir.”

Bakara Sûresi, 146: “Kendilerine kitap verdiklerimiz onu [Peygamber’i] oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Böyle iken içlerinden birtakımı bile bile gerçeği gizlerler.”

Âl-i İmrân Sûresi, 81: “Hani, Allah peygamberlerden, ‘Ant olsun, size vereceğim her kitap ve hikmetten sonra, elinizdekini doğrulayan bir peygamber geldiğinde, ona mutlaka iman edeceksiniz ve ona mutlaka yardım edeceksiniz’ diye söz almıştı.”

[3] Örneğin, İmam Rıza (a.s.) ile çeşitli dinlere mensup olan din adamları arasında geçen bir münazaranın uzun uzadıya nakledildiği rivayetlerde İmam, muhataplarına, geçmiş peygamberlerin birçok müjdeleyici sözünü hatırlatmıştır. Bkz. İbn Bâbeveyh, Muhammed b. Ali, Uyûnu ahbâri’r-Rızâ, Tahran: Neşr-i Cihân, h.k. 1378, c. 1, s. 154.

[4] Burada verilen Farsça çeviri, yazar tarafından Tevrat’ın en eski tarihli İbranice yazma nüshasından (onuncu yüzyıla tarihlendirilen Leningrad WTT nüshası) yapılmıştır.

[5] İsmail b. Abdurrahman b. Ebî Kerime es-Süddî, İmam Zeynelâbidîn ve İmam Muhammed Bâkır’ın (a.s.) ashabından olup meşhur bir Şiî müfessirdir; fakat Tefsir’i günümüze ulaşmamıştır. Bununla birlikte İbn Tâvûs ve Tusterî’nin aktardıklarına göre es-Süddî, Tefsir’inde bu ayeti, Hz. Peygamber’in ve zürriyetinin müjdelenmesi olarak yorumlamıştır. Bkz. İbn Tâvûs, Ali b. Musa, et-Tarâif fî marifeti mezâhibi’t-tavâif, Tahran: Hayyâm, h.k. 1400, c. 1, s. 172; Tusterî, Kâdı Nurullah, İhkâkü’l-hakk ve izhâku’l-bâtıl, Kum: Mektebetu Ayetullah el-Maraşi en-Necefî, h.k. 1409, c. 7, s. 478.

[6] İbn Kuteybe Dineverî olarak tanınan tarihçi Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim Dineverî Mervezî (ö. 276/889), A’lâmü’n-nübüvvet’inin başında yer alan “Kitab-ı Mukaddes’in Beşâreti” babında bu ayeti ve Tekvin 16:8-12 ayetlerini zikretmiş ve bu ayetlerde kastedilenin ne olduğunu şu şekilde açıklamıştır: “Bu söz üzerinde derinlemesine düşününüz! Çünkü onda Peygamberimiz hakkında bir delil mevcuttur; yani kastedilen Resulullah’tır. Zira İsmail’in eli, İshak’ın elinin üzerinde değildi [peygamberlik ve saltanat İshak’ın evladında kaldı ancak] Resulullah peygamber olduğunda nübüvvet İsmail’in evladına geçti ve saltanat ona boyun eğdi, ümmetler ona tâbi oldu, Allah, O’nunla birlikte [önceki] bütün şeriatları neshetti, peygamberliği O’nunla sona erdirdi ve ahir zamana değin halifeliği ve saltanatı O’nun ailesinde karar kıldı. Böylece onların elleri, herkesin elinin üzerinde oldu ve herkes, onlara teslimiyet elini uzattı.” Bkz. Schmidtke, Sabine, “The Muslim Reception of Biblical Materials: Ibn Qutayba and His A‘lam al-nubuwwa,” Islam and Christian-Muslim Relation, 22:3 (2011): s. 254.

[7] Numânî, Muhammed b. İbrahim, el-Gaybe, Tahran: Neşr-i Sadûk, h.k. 1397, s. 108.

[8] Müfîd, Muhammed b. Muhammed, “el-Mesâilü’s-serviyye,” el-Mutemeru’l-âlemî li-elfiyyeti eş-Şeyh el-Müfîd, Kum, h.k. 1413, s. 43.

[9] İbn Kesîr, Mâide Sûresi 12’nci ayetin tefsirinde şöyle yazar: “Tevrat’ta İsmail’e yönelik müjdedir. Allah onun zürriyetinden on iki yüce şahsiyet ortaya çıkaracaktır ki bunlar, İbn Mesûd’un ve Câbir b. Semure’nin rivayet ettikleri hadiste zikredilen on iki halifedir.” Bkz. İbn Kesîr, İsmail b. Ömer, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-azîm, nşr. Muhammed Hüseyin Şemseddin, Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, (t.y.), s. 59. İbn Kesîr, herhangi bir karşıt delil sunmadan, Şia’nın On İki İmam’ının sözü geçen rivayetlerde bahsedilen on iki halifeye tekabül etmediğini ileri sürmüştür.

[10] Ehl-i Kitap âlimleri sözüyle, önceden Ehl-i Kitap olup sonradan ihtida eden ve Müslüman olan âlimleri kastediyoruz.

[11] Yemen’de bir hahamın oğlu olan Ebû İshâk Ka‘b b. Mâti el-Himyerî el-Ahbâr (ö. 32/652-53?), Ömer b. Hattâb döneminde yaşamıştır. İslâm kaynaklarında Ka‘bu’l-Ahbâr’dan nakledilen bir dizi rivayette, Hz. Peygamber’in adının kutsal metinlerde “Mâzmâz” (veya benzeri kelimeler) şeklinde geçtiği belirtilmiştir. Örneğin bkz. Kâdı Iyâz, Iyâz b. Musa, eş-Şifâ bi-tarifi hukuki’l-Mustafa, Kum: Dâru’l-fikr li-tabaa ve’n-neşr ve’t-tevzi, h.k. 1409, c. 1, s. 234; İbn Tâvûs, Ali b. Musa, et-Teşrîf bi’l-minen fî’t-tarif bi’l-fiten ve’l-melâhim, Kum: Müessesetü’s-Sâhibi’l-emr, h.k. 1416, s. 81. Ayrıca, Nuaym b. Hammâd Mervezî (ö. 228/843) kendi senediyle Ka‘b’ın, bu ümmetin meliklerinin sayısı hakkında sorulan soruya cevaben şöyle dediğini nakletmiştir: “Tevrat’ta on iki rabbî buldum.” Bkz. Mervezî, Nuaym b. Hammâd, el-Fiten, nşr. Eymen Muhammed Muhammed Arafe, Kahire: el-Mektebetü’l-t-tevfikiyye, h.k. 1412, s. 55, hadis no: 225. İbn Ayyâş Cevherî’nin rivayetine göre o, Tevrat’ta İsmail’in oğulları için zikrolunan isimlerin (bkz. bu makalenin ikinci bölümü) aslında, ilkleri Hz. Ali olan imamların isimleri olduğunu ifade etmiştir. Bkz. el-Cevherî, Ahmed b. Ubeydullah b. Ayyâş, Muktedabü’l-eser fî’n-nass ale’l-Eimmeti isnâ-aşer, nşr. Nizâr Mansûrî, Kum: İntişârât-i Tabâtabâî, (t.y.), s. 26. Ka‘bu’l-Ahbâr’ın bu müjdeye dair bilgisi, sonraki ravilerce suistimal edilmiş; her bir râvi, keyfî bir yol izleyerek halifelerden bazılarının isimlerini bu listeye eklemiştir. Bkz. Mervezî, el-Fiten, s. 55, hadis no: 224.

[12] Nuaym b. Hammâd, İslâm’dan önce Yermük (Ürdün’de aynı adı taşıyan bir nehrin kenarındaki vadi) Yahudîlerinden olan sahabî Suruc el-Yermükî’den Tevrat’ta şöyle okuduğunu rivayet eder: “Bu ümmetin on iki rabbîsi vardır; bunlardan biri onların peygamberidir. Sayı tamamlandığında azgınlaşacaklar, haddi aşacaklar ve aralarında savaş başlayacak.” Bkz. Mervezî, el-Fiten, s. 55, hadis no: 223. Bu rivayeti lafızda bir değişiklikle ve farklı isnâdlarla Muhammed b. Ahmed ed-Dûlâbî (ö. 310/923) ve İbn Bâbeveyh de nakletmiştir. Bkz. ed-Dûlâbî er-Râzî, Muhammed b. Ahmed, el-Künâ ve’l-esmâ, nşr. Ebû Kuteybe Nazr Muhammed el-Faryâbî, Beyrut: Dâru İbn Hazm, h.k. 1421, c. 2, s. 883; İbn Bâbeveyh, Muhammed b. Ali, el-Hisâl, Kum: Câmiatü’l-müderrisîn, h.k. 1398, c. 2, s. 474. Bu üç isnâd zincirini birbirine bağlayan halka, Basralı muhaddis Hammâd b. Seleme’dir (ö. 167/784). Bununla birlikte, yukarıdaki alıntıda altı çizili ifade, İbn Bâbeveyh’in rivayetinde doğru bir biçimde yazılmıştır: “Peygamberleri onları buldu.” Rivayetin son bölümü ise, Sünnî on iki [halife] hadislerinin rivayet formuna uygun bir biçimde Suruc’un rivayetinin sonuna eklenmiştir.

[13] İbn Ayyâş Cevherî’nin rivayetine göre, Hz. Harun’un soyundan olan Asvâ b. Usvâ, Kûfe yakınlarındaki Hire bölgesinde yaşayan ve Tevrat’ı iyi bilen Yahudî âlimlerindendi (hibrü’l-Yahûd). İbn Ayyâş, Basralı muhaddis Ebû Bekir Hişâm b. Ebî Abdillah’dan (ö. 153/770) onun bu Yahudî âliminden Tevrat’ta İsmail’in evladı için zikrolunan isimlerin (bkz. bu makalenin ikinci bölümü) aslında Hz. Muhammed’in (s.a.a.) vasilerinin isimleri olduğunu işittiğini nakletmiştir. Bkz. el-Cevherî, Muktedabü’l-eser, s. 28.

[14] Cezire Yahudîlerinin hâkimi olan İmrân b. Hâkân, Abbasî halifesi Mansûr (ö. 158/775) zamanında Müslüman olmuş ve Hz. Muhammed’in (s.a.a.) ve on iki vasisinin isimlerini Tevrat’ta bulmuştur. Bkz. el-Cevherî, Muktedabü’l-eser, s. 28.

[15] 3./9. yüzyılda Ergan şehrinde yaşamış Yahudî âlimidir. Eskiden Yahudîlerin yaşadığı bir şehir olan Ergân (bugünkü telaffuzuyla Errâcân) antik şehri, İran’ın Behbehân şehrinin kuzeyinde yer almaktadır. Numânî’nin bir vasıta aracılığıyla kendisinden rivayet ettiğine göre İbn Süleyman, İmamlar’ın sayısını ve isimlerini İbranice olarak Tevrat’ta görmüş ve On İki İmam’ı müjdelemiştir. Bkz. Numânî, el-Gaybe, s. 108.

[16] Hz. Harun’un soyundan gelen bir Yahudî âliminin Müminlerin Emiri Ali (a.s.) ile arasında geçen diyalog ile onun On İki İmam’ı haber vermesi, bu konudaki en bilinen hadislerden biridir. Bu hadis, çeşitli kitaplarda farklı isnâdlarla nakledilmiştir. Hadisin bazı rivayetlerinde bu Yahudî âliminin, Hz. Peygamber’den sonraki adalet imamlarının sayısını Hz. Musa’nın Hz. Harun’a yazdırdığı kitapta gördüğünü ifade ettiği geçmektedir. Bkz. Küleynî, Muhammed b. Yakub, el-Kâfi, Tahran: Dâru’l-kütübi’l-İslâmiyye, h.k. 1407, c. 1, s. 530.

[17] Süleym b. Kays’ın hicrî birinci yüzyıla tarihlendirilen Kitab’ında, Sıffîn Savaşı’ndan sonra Müminlerin Emiri Ali’nin (a.s.) yanına gelen bir Nasrânî’nin, kendi yanında bulunan mukaddes kitaplardan naklederek, İsmail soyundan gelecek olan on üç ulu şahsiyetten bahsettiği ve İsa b. Meryem’in, bunların sonuncusundan sonra semadan inip onun arkasında namaz kılacağını haber verdiği geçmektedir. Bkz. Hilâlî, Süleym b. Kays, Kitabu Süleym b. Kays el-Hilâlî, Kum: el-Hâdi, h.k. 1405, c. 2, s. 705-706.

[18] Bahira’nın Mükâşefeleri’ni 11. ve 12. yüzyıllarda Aşuayb adında biri tarafından yazıya geçirilmiştir. Bu kaynak üzerine yapılan yakın tarihli incelemelerde Bahira kıssasının bu varyantının dört kadim Hıristiyan kaynağından beslendiği ortaya konulmuştur. Bu dört kaynaktan ikisi Süryanice, ikisi Arapçadır. Süryanice kaynakların yazma nüshalarından biri 810 civarında, diğeri 850 civarında yazılmıştır. Arapça yazma nüshalar ise daha geç tarihlidir. Bkz. Krisztina Szilagyi, “Muhammad and the Monk: The Making of the Christian Baḥīrā Legend,” The Jerusalem Studies in Arabic and Islam 34 (2008): s. 185-192.

[19] Barbara Roggema, The Legend of Sergius Baḥīrā Eastern Christian Apologetics and Apocalyptic in Response to Islam, Leiden: Brill, 2009, s. 378-379.

[20] Roggema, The Legend of Sergius Baḥīrā, s. 394.

[21] Roggema, The Legend of Sergius Baḥīrā, s. 411.

[22] İranlı meşhur hekim Ebû’l-Hasan Ali b. Sehl Rabben Taberî (ö. 247/861’den sonra) Hıristiyan iken Müslüman olmuştur. Sözü edilen müjde hakkında bkz. et-Taberî, Ali b. Rabben, ed-Din ve’d-devle fî isbâti nübüvveti’n-Nebi Muhammed, nşr. Âdil Nuveyhid, Dâru’l-âfâki’l-cedide, h.k. 1393, s. 131, 132.

[23] Yahudî asıllı matematikçi ve hekim Ebû Nasr Semev’el (Samuel) b. Yahya el-Mağribî (ö. 570/1175 civarı) vefatından on yedi yıl önce Müslüman olmuştur. Sözü edilen müjde hakkında bkz. el-Mağribî, es-Semev’el b. Yahya b. Abbas, İfhâmü’l-Yahûd ve kıssatu İslâmî’s-Semev’el ve rüyahu’n-Nebî, nşr. Muhammed Abdullah eş-Şerkâvî, Beyrut: Dâru’l-ceyl, h.k. 1410, s. 115.

[24] Dennis Halft, “Sa'īd B. Ḥasan al-Iskandarī: A Jewish convert to Islam: Editio princeps of the later recension (732/1331) of his biblical testimonies" to the prophet Muḥammad,” Melanges de l’Institut Dominicaine des Etudes Orientales du Caire 30 (2014): s. 285.

[25] Molla Aga Baba (1771-1849), Tahran Yahudîlerinin iki hahambaşından biri ve Udlacan Mahallesi sinagogunun reisiydi. 1822 yılında Molla Ahmed Nerâkî’nin (ö. 1829) huzurunda Müslüman oldu ve adını Muhammed Rıza olarak değiştirdi. Molla Aga Baba, Yahudîler arasında çok yüksek bir makama sahipti. Nitekim İran Yahudîlerinin tarihini yazan Habib Levy (ö. 1984) onun Müslüman oluşunu dönemin Yahudîlerinin nahif bedenine indirilmiş ağır bir darbe olarak değerlendirmiştir. Bkz. Habib Levy, Tarih-i Yahûd-i İran, Brukhim, h.ş. 1339, c. 3, s. 1023. Molla Aga Baba ile birlikte ailesinden yetmiş kişi daha Müslüman olmuştur. Bu satırların yazarı Muhammed Rıza Cedidü’l-İslâm’ın torunlarıyla sıhriyet bağı sebebiyle hısım olmuştur.

[26] “Hz. İsmail’in zürriyetinden gelen on iki önder Şiîlerin On İki İmam’ı olmalıdır.” bkz. Cedidü’l-İslâm, Muhammed Rıza, İkâmetü’ş-şuhûd fî reddi’l-Yahûd, (taşbaskı), s. 48.

[27] İbn Tâvûs, Ka‘bu’l-Ahbâr’dan bir rivayet naklederek, Me’od Me’od isminin Tevrat’ta geçmesinin onun Müslüman olmasına sebep olduğundan söz etmektedir. Bkz. İbn Tâvûs, et-Teşrîf bi’l-minen, s. 81. Ayrıca İbn Kayyim el-Cevziyye de Müslüman olan bir Yahudî âliminin, Yahudî ulemasından hiç kimsenin bu beşâretin kimi işaret ettiği konusunda şüphe etmediğini söylediğini nakletmiştir. Bkz. İbn Kayyim el-Cevziyye, Muhammed b. Ebî Bekir, Hidâyetü’l-hayârâ fî ecvibeti’l-Yahûd ve’n-Nasârâ, Dâru’l-kalem, h.k. 1416, s. 370.

[28] Ne ilginçtir ki bu müjde sebebiyle Yahudîlerin Şiîliği seçtiğini haber verenlerden biri, Şiîliğin mutaassıp muhasımlarından olan İbn Teymiyye’dir (ö. 728/1328). Talebesi İbn Kesîr, onun, sözü geçen müjdede anılan Hz. İsmail soyundan on iki ulu şahsiyet hakkında şöyle dediğini nakletmiştir: “İslâm ile şereflenen Yahudîlerin birçoğu, Râfızî mezhebinin kendilerine çağrıda bulunduğu zehabına kapılarak onlara uydular.” Bkz. İbn Kesîr, İsmail b. Ömer, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-azîm, nşr. Muhammed Hüseyin Şemseddin, Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, (t.y.), c. 6, s. 250. İbn Kesîr Tefsîr’inde de çok sayıda Yahudînin Şiîliği benimsediğinden söz etmiştir: “Birçoğu cahillik ve sefihlikleri yüzünden Şiî oldu.” Bkz. İbn Kesîr, Tefsir, c. 6, s. 250.

[29] Bu durum sadece geçmişle ilgili değildir. Günümüzde de bazı Hıristiyan misyonerler, bu müjdenin İslâm diniyle bağlantılı olduğunu dile getirmişlerdir. Sözgelimi, Amerika’daki en büyük Hıristiyan ilahiyat kurumu olan Fuller Theological Seminary kuruluşu bünyesinde faaliyet gösteren School of World Mission’da doktora yapan Jonathan Culver, Tekvin Kitabı’nın 17’nci babı üzerine yazdığı makalede, 20’nci ayette sözü edilen müjdenin İslâm ümmeti olduğunu ifade etmiştir. Bkz. Culver, Jonathan, “The Ishmael Promise and Contextualization Among Muslims,” International Journal of Frontier Missions, 17:1 (2000).

[30] Necef’te neşredilen Turâs dergisinin sahibi olan Iraklı çağdaş araştırmacı, “Davetu İbrahim ve İsmail inde refi’l-kavâid mine’l-beyt” başlıklı makalesinde bu müjdeyi ve bu müjdenin On İki İmam (a.s.) ile bağlantısını etraflıca incelemiştir.

[31] Bkz. Şarkâvî, Cemaleddin, Mebâhisu hâmme fî’l-Mesihiyye ve’l-İslâm, (Mektebetü’ş-Şâmile içinde), s. 39; Şarkâvî, Cemaleddin, Nebiyyu arzu’l-cenûb fî esfâri’l-Yahudiyye ve’l-Mesihiyye, Kahire: Dâru Hâdif li’n-neşr ve’t-tevzi, (t.y.), s. 14.

[32] Bkz. el-Hindî, Rahmetullah b. Halilirrahman, Muhtasaru izhâri’l-hakk, nşr. Ahmed Abdülkadir Melkâvî, Riyad: Vezaretü’ş-şuûni’l-İslâmiyye ve’l-evkâf ve’d-dave ve’l-irşâd, h.k. 1415, c. 1, s. 355.

[33] Bkz. Habibullah b. Abdülmelik, Kütüb ve Makâlât li’d-Doktor Habib b. Abdülmelik, (Mektebetü’ş-Şâmile içinde), s. 143.

[34] Bkz. es-Sekkâr, Munkiz b. Mahmud, Hel beşşere el-Kitabu’l-mukaddes bi’n-Nebî Muhammed, s. 27-34.

[35] Bkz. el-Caferî, Salih b. el-Hüseyn, Tahcîl min harfi’t-Tevrat ve’l-İncil, s. 176-178.

[36] Bkz. Van Dyke Arabic Bible, Arabic Bible Outreach Ministry, 2013. AVD nüshası, Kitab-ı Mukaddes’in 1800 yılında Keşiş Eli Smith gözetimde başlayan ve meslektaşı Dr. Cornelius van Dyke tarafından 1860 yılında tamamlanan Arapça çevirisidir.

[37] Bkz. (1769 Blayney Edition of the 1611 King James Version of the English Bible with Larry Pierce’s Englishman’s-Strong’s Numbering System, ASCII version) 1988-1997 by the Online Bible Foundation and Woodside Fellowship of Ontario, Canada. Kral James Versiyonu adı verilen bu nüsha, Kitab-ı Mukaddes’in İngilizce çevirisidir. İngiliz Kilisesi için 1604 yılında başlanan bu çeviri 1611 yılında tamamlanmıştır. 1604 yılında Kral I. James sarayında düzenlenen Hampton Konferansı’nda Kitab-ı Mukaddes’in önceki çevirilerinde yer alan hatalardan arındırılmış yeni bir çevirisinin yapılması kararlaştırılmıştır. Bu çevirinin hazırlanmasında her biri İngiliz Kilisesi üyesi olan kırk yedi din adamı çalışmıştır. Kitab-ı Mukaddes’in diğer çevirilerinde de olduğu gibi bu çeviride de Ahd-i Cedid’in çevirisinde Yunanca, Ahd-i Atik’in çevirisinde ise İbranice ve Aramice metinler esas alınmıştır. Apokriflerin çevirisi ise Yunanca ve Latince metinler esas alınarak yapılmıştır.

[38] Bkz. Old Greek Jewish Scriptures, ed. Alfred Rahlfs, Württembergische Bibelanstalt, Deutsche Bibelgesellschaft

(German Bible Society), Stuttgart. LXX (Latince: Septuaginta, Arapça: Seb‘iniyye [ve Türkçe: Yetmiş]) nüshası, Ahd-i Atik’in MÖ 3. yüzyılda, Ptolemaios Filadelfos’un Mısır’daki hükümranlığı sırasında, İskenderiyeli Yahudîler tarafından İbraniceden yapılan Yunanca çevirisidir. Nüshanın Roma rakamıyla yetmiş (LXX) olarak isimlendirilmesi, bu çevirinin yetmiş Yahudî din adamının ortak çalışması olduğu rivayetine dayanmaktadır. LXX nüshası ile İbranice metin arasında birtakım farklılıklar mevcuttur. En önemli farklılık, bu nüshada İbranice metinleri bulunmayan yeni kitapların yer almasıdır. Bu nedenle LXX nüshası, 39 kitaptan oluşan İbranice nüshanın aksine 46 kitaptan oluşmaktadır. MÖ 200 ila MS 100 yılları arasında çok sayıda Yahudî ve Hıristiyan bu nüshadan faydalanmıştır.

[39] Bkz. Samaritan Targum, Peshitta (TAR/TAM Targumim: Aramaic Old Testament) The Targum material is derived from the Hebrew Union College CAL (Comprehensive Aramaic Lexicon) Project. Geniş bilgi için bkz. http: //cal1.

cn.huc.edu/searching/targum_info.html. Samaritan Targum (Samiriye Targumu) nüshası, Tevrat’ın Aramicenin Samirî lehçesine yapılmış en eski çevirisidir. Samiriye Tevrat’ı, Samirîlerin Masoretik Tevrat yerine kullandıkları İbranice Tevrat’tır. Samirîler hakkında kısaca bilgi vermek gerekirse şunları söyleyebiliriz: Hz. Süleyman’ın vefatından sonra İsrailoğulları ikiye ayrılmışlardır. İlk fırka, iki torun Yahuda ve Benyamin’in takipçilerinden; ikinci fırka ise, İsrailoğullarının bakayasından oluşuyordu. Samirîler kendilerinin, Hz. Süleyman’ın vefatından sonra güneydeki Yahuda Krallığından ayrılan kuzeydeki İsrail Krallığının soyundan ve Yusuf ile Levi’nin neslinden geldiklerini iddia ederler (1. Krallar, 12). Bununla birlikte, Yahudîler Samirîlerin bu köken iddiasını hiçbir zaman kabul etmemişlerdir. Talmud’u kabul etmeyen Samirîlerin kendilerine özgü sözlü gelenekleri vardır. Samirîler ritüellerini, Musa’nın beş kitabının ellerinde bulunan bu nüshasına göre belirlerler. ‌‌Birçok araştırmacı Samirî nüshasının MÖ 3. yüzyılda mevcut olduğuna inanmaktadır. Bu görüşü destekleyen Robert H. Pfeiffer (ö. 1958), Samirî topluluğunun MÖ 400’lü yıllarda teşekkül ettikten sonra beş kitabı kutsal kitap olarak kabul ettikleri görüşündedir. Pfeiffer, “Tevrat’ın Samirî nüshasının Masoretik Tevrat gibi bu dönemde var olduğunu gösteren kanıtlar mevcuttur. Dolayısıyla Samirîlerin bu nüshayı baştan itibaren kutsal kitap olarak seçtikleri söylenebilir,” diye yazmıştır. Mevcut en önemli kanıtlardan bir tanesi, 1947 yılında bulunan Kumran Yazmaları’dır. Kumran Yazmaları arasında, yazı stili olarak Samirî nüshasına benzeyen çok sayıda elyazması bulunmuştur. Bu da bu nüshanın milattan önce mevcut olduğunu göstermektedir. Samirîler, Samaritan Targum’un MÖ 20’de, Nathanael adında biri tarafından yazıldığına inanırlar.

[40] Bkz. Codex Leningradensis Hebrew Text. Includes changes as of Westminster Morph 4.14. WTT nüshası, Ahd-i Atik’in Michigan-Claremont metni esas alınarak 1981-1982 yıllarında Michigan Üniversitesi’nde hazırlanan İbranice nüshasıdır. Bu nüsha, BHS olarak kısaltılan Biblia Hebraica Stuttgartensia nüshasında dayanmaktadır. 1977 yılında yayımlanan BHS nüshası ise, Leningrad Kodeksinde korunan, 1008 tarihli İbranice Masoterik metne dayanmaktadır.

[41] Bkz. Bkz. Samaritan Targum, Peshitta (TAR/TAM Targumim: Aramaic Old Testament) The Targum material is derived from the Hebrew Union College CAL (Comprehensive Aramaic Lexicon) Project. Geniş bilgi için bkz. http: //cal1. cn.huc.edu/searching/targum_info.html. NFT olarak kısaltılan Targum Neofiti nüshası, Tevrat’ın birçok bölümünün Aramice targumu, yani çevirisidir. Tevrat ayetlerinin bu targumda bulunan şerhi, Targum Onkelos’takilerden daha uzun, Targum Jonathan’dakilerden daha kısadır. Bu targumun ne zaman yazıldığı bilinmemektedir; günümüze ulaşan nüshası 1504 yılında Roma’da yazılmıştır.

[42] Bkz. Bkz. Samaritan Targum, Peshitta (TAR/TAM Targumim: Aramaic Old Testament) The Targum material is derived from the Hebrew Union College CAL (Comprehensive Aramaic Lexicon) Project. Geniş bilgi için bkz. http: //cal1. cn.huc.edu/searching/targum_info.html. PJT olarak kısaltılan Targum Pseudo-Jonathan veya Targum Jonathan, Tevrat’ın İsrail topraklarında yapılmış açıklamalı Aramice targumu, çevirisidir. Bu nüshanın doğru adı, orta çağda bilindiği şekliyle, Targum Yerushalmi’dir. Baskı hataları nedeniyle sonradan Jonathan ben Uzziel’e izafe edilerek bu adı almıştır. Bugün halen Tevrat’ın bazı edisyonlarında bu çeviri Targum Jonathan olarak isimlendirilmektedir. Talmud’un rivayetine göre Hilelli araştırmacı bir talebe olan Jonathan ben Uzziel, İsrailoğulları peygamberlerinin kitaplarının Aramice bir çevirisini hazırlamıştır. Bununla birlikte hiçbir kaynakta onun Tevrat’ı çevirdiği geçmemektedir. Bu nedenle araştırmacılar, bu targumun Jonathan ben Uzziel’e izafe edilmesinin yanlış olduğu görüşünde birleşirler. De Rossi, 16. yüzyılda birbirine çok benzeyen iki Tevrat çevirisi gördüğünü; bunlardan birinin Targum Jonathan, diğerinin Targum Yerushalmi olduğunu ileri sürmüştür.

[43] Bkz. Bkz. Samaritan Targum, Peshitta (TAR/TAM Targumim: Aramaic Old Testament) The Targum material is derived from the Hebrew Union College CAL (Comprehensive Aramaic Lexicon) Project. Geniş bilgi için bkz. http: //cal1.cn.huc.edu/searching/targum_info.html. TAR olarak kısaltılan Targum Onkelos, Tevrat’ın Doğu (Babil) Yahudîleri arasında kabul gören resmî çevirisidir. Bu çevirinin Onkelos (אונקלוס) adında Yahudîliğe ihtida etmiş biri tarafından MS 35-120 yılları arasında yapıldığı söylenmektedir. Samuel David Luzzatto (ö. 1865) Targum Onkelos’un Tevrat’ı herkesin anlayabilmesi için hazırlandığı kanaatindedir. Bu targum, İbranice Tevrat ile birlikte, sinagoglarda ezberden yüksek sesle ayet ayet okunmuştur. Bu uygulama Yahudîler arasında halen devam etmektedir. Targum Onkelos’un Yahudîler arasındaki konumu Talmud’da şu sözlerle ifade edilmiştir: “Bir kişi Kitab-ı Mukaddes’ten kendisine düşen payı, Yahudî cemaatiyle birlikte şu şekilde ikmal etmelidir: ‘Kitab-ı Mukaddes’i iki kez, Targum’u bir kez okumalıdır.’”

[44] Bkz. Bkz. Samaritan Targum, Peshitta (TAR/TAM Targumim: Aramaic Old Testament) The Targum material is derived from the Hebrew Union College CAL (Comprehensive Aramaic Lexicon) Project. Geniş bilgi için bkz. http: //cal1.cn.huc.edu/searching/targum_info.html. Peshitta (Peşitta veya Peşita [Pšîṭtâ ܦܝܛܬܐ] şeklinde telaffuz edilir) sade, mütedavil ve yalın anlamına gelmektedir. Kitab-ı Mukaddes’in bu nüshası, Süryanî lehçesini konuşan Aramî Hıristiyan kiliselerinde okunur. Genel kanı, Peshitta nüshasının Ahd-i Atik’in MS 2. yüzyılda İbraniceden Süryaniceye çevrilerek hazırlandığı yönündedir. Francis Crawford Burkitt (ö. 1935), Peshitta nüshasının Edessa’da yaşayan Yahudîler tarafından hazırlandığı sonucuna varmıştır. Süryanî Kilisesi tarafından kabul edilen Ahd-i Atik Filistinli Yahudî toplumuna aitti. Bu ayetlerin alındığı mevcut nüsha, 7a1 olarak ünlenmiştir. Bu durumda bu nüsha, MS 6. veya 7. yüzyıla tarihlendirilmektedir. Bu nüsha, 1866 yılında Süryanî Antonio tarafından bulunmuş ve 1876-1883 yılları arasında yayımlanmıştır.

[45] Bkz. Şehâde, Husayb, et-Tercümetü’l-Arabiyye li-Tevrati’s-Samiriyyin, el-Mücelledü’l-evvel li-Sifri’t-Tekvin ve’l-Hurûc, s. 69.

[46] Tekvin, 17:18 (KJV nüshası).

[47] Tekvin, 6:9 (NFT nüshası).

[48] I. Krallar, 2:3-4: (3) Yahova’nın, Rabbin verdiği görevleri yerine getir. Onun yollarında yürü ve Musa’nın yasasında yazıldığı gibi Tanrı’nın kurallarına, buyruklarına, ilkelerine ve öğütlerine uy ki yaptığın her şeyde ve gittiğin her yerde başarılı olasın. (4) O zaman Rab bana verdiği şu sözü yerine getirecektir: “Eğer oğulların yoluna dikkat eder, candan ve yürekten benim huzurumda doğrulukla yürürlerse, sana söz veriyorum ki, soyundan hiçbir kimse İsrail tahtından alınmayacaktır.”

[49] I. Krallar, 8:23-25.

[50] Tekvin, 17:1 (Targum Onkelos).

[51] Tekvin, 17:2.

[52] Tekvin, 17:20. “Ve İsmail’e gelince, seni işittim.” Targum’un tabiriyle, “İsmail hakkındaki duanı kabul ettim.”

[53] Tekvin: 17:20.

[54] Tekvin’in on yedinci babındaki ayetler ile Bakara Sûresi’nin 124’üncü ayeti arasındaki benzerlikten yola çıkarak yapılan karşılaştırmalı incelemenin bir makale formuna dönüştürülmesinden sonra, Hz. Peygamber’in (s.a.a.) iki ayet arasındaki bu benzerliği, hatta bağlantıyı açıkça gözler önüne seren bir hadisiyle karşılaştık. Abdullah b. Mesûd’un rivayet ettiği bu hadis şöyledir: Resulullah, “Ben babam İbrahim’in duasıyım!” dedi. Biz, “Ya Resulullah! Baban İbrahim nasıl dua etmişti?” diye sorduk. Resulullah, “Allah -azze ve celle- İbrahim’e, ‘Şüphesiz ben seni insanlara imam yapacağım,’ diye vahyetti. Bunun üzerine İbrahim sevindi ve ‘Ey Rabbim! Zürriyetimden de benim gibi imamlar olacak mı?’ diye sordu. Allah -azze ve celle- ‘Ey İbrahim! Sana yerine getirmeyeceğim bir söz (ahit) vermem,’ diye vahyetti. İbrahim, ‘Ey Rabbim! Yerine getirmeyeceğin söz nedir?’ diye sordu. [Allah] ‘Zürriyetinden zalim olanlara vermem,’ dedi. İbrahim, ‘Ey Rabbim! Benim zürriyetimden ahdine nail olmayacak olanlar kimlerdir?’ diye sordu. [Allah,] ‘Benim dışımda, bir puta secde edenleri asla imam yapmam; zira böyle birinin imam olması doğru değildir,’ buyurdu. İbrahim, ‘Beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut! Doğrusu onlar insanlardan birçoğunu saptırdılar,’ dedi.” [Devamında] Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Bu dua bende ve kardeşim Ali’de son buldu; ikimiz de asla puta tapmadık. Allah beni peygamber kıldı, Ali’yi de vasi.” Bkz. Tûsî, Muhammed b. Hasan, el-Emâlî, Kum: Dâru’s-sekâfe, h.k. 1414, s. 379; Haskânî, Ubeydullah b. Abdullah, Şevâhidu’t-tenzîl li-kavâidi’t-tafdîl, Tahran: Mecmau ihyâi’s-sekâfeti’l-İslâmiyye et-tâbia li-Vezereti’s-sekâfe ve’l-irşâd el-İslamî, h.k. 1411, c. 1, s. 411. “Ben, babam İbrahim’in duasıyım” hadisi çok sayıda Şiî ve Sünnî âlim tarafından nakledilmiştir.

[55] Kur’ân’da geçtiği şekliyle Hz. İbrahim, Allah’ın bu bağışına karşısında “Ya zürriyetimden olanlar?” diyerek soyundan gelenlerin imam olmasının mümkün olup olmadığını sormuştur.

[56] Bakara Sûresi, 3:124.

[57] הִרְבֵּיתִי sözcüğü İbranicede “azamet verdim,” “artırdım” ve “çoğalttım” anlamlarına gelir. Bkz. Strong, James, Strong’s Hebrew Lexicon, kod: 7235. Bununla birlikte, bereket ve çokluk (neslin çoğalması) bu ayette daha önce belirtildiğinde, tekrardan kaçınmak amacıyla, הִרְבֵּ יתִ sözcüğünün “azamet vereceğim” anlamı vermek daha doğru olacaktır. Strong’un sözlüğüne şu adresten ulaşılabilmektedir: https://www.sacrednamebible.com/

[58] Bu kök ve bu kökten türeyen sözcükler Kitab-ı Mukaddes’te geçtikleri ayette Arapça “hamd” (övgü) ve türevi sözcüklerle çevrilmiştir (Örneğin bkz. Tekvin, 35:29; İşaya, 1:12, 25 ve Davud’un Mezmurlar’ında geçen on ikiden fazla ayet). Bu sözcüğün kök anlamı hakkında bkz. Strong, Strong’s Hebrew Lexion, kod: 3034H.

[59] “Mûd” veya “me’od” sözcüğünün “Ahmed” (övülen) anlamına geldiği kabul edildiğinde, “me’od”un muzaafı yani ikiye katlanmış hali olan “me’od me’od” sözcüğü, “çokça övülen” (Muhammed) anlamına gelir.

[60] “Tab tab” ifadesi “tayyib tayyib” anlamdadır ve “beğenilen” veya “övülen” anlamlarına gelir. Bu bakımdan Arapçadaki “Ahmed” veya “Muhammed” sözcüklerinin anlamıyla tamamen uyumludur. “Me’od” veya “tayyib” sözcüklerinin “me’od me’od” veya “tayyib tayyib” şeklindeki tekrarlı biçimleri Kitab-ı Mukaddes’te nadiren kullanılmış ve ayrıca, Tekvin 17:20 ayetinde sözcüğün başına “b” ön eki getirilmiştir. İslâmî rivayetlerde de “me’od me’od” “tayyib tayyib” şeklinde anlamlandırılmıştır: “Peygamber ona, “‘Mîd mîd’ ne anlama gelir?” diye sorunca, “Tayb tayb” dedi. Bkz. İbn Şâzân Kummî, Fezâilu’l-Emiri’l-müminîn Ali b. Ebî Tâlib, s. 222. Ayrıca Şiîlerce ve Sünnîlerce rivayet edilen çok sayıdaki hadiste Hz. Peygamber’in Tevrat’taki veya İbrahim’in Suhuf’undaki adının “Tab Tab” olduğu geçmektedir. Örneğin bkz. İbn Hamza, Muhammed b. Ali, es-Sâkıb fî’l-menâkıb, nşr. Nebil Rıza Alvân, Kum: Ensariyân, (t.y.), s. 269. Bu rivayette İmam Ali (a.s.), kendisine Hz. Peygamber’in ve Ehl-i Beyti’nin Tevrat’taki isimlerinin ne olduğunu soran bir Yahudî’ye cevap vermektedir. Ayrıca bkz. Nebhânî, Yusuf b. İsmail, Hüccetullah ale’l-âlemîn fî mucizâti Seyyidi’l-mürselîn, Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, h.k. 1417, s. 87.

[61] “Lehadâ lehadâ” ifadesinin Arapçadaki karşılığı, keskin, sivri ve sert anlamlarına gelen, “hadede” kökünden türemiş bir sözcük olan “hâdd”dir. Arapçada ve Aramicede bu sözcük ve türevleri kimi zaman insanlar için de kullanılmaktadır. Buna göre, İbranice חדה sözcüğünü ve Aramice muadilini, Arapçaya “el-hâdd” şeklinde çevirmek mümkündür. Bu durumda bu sözcük, Hz. Peygamber için kullanılan ve “el-Hadd”, yani Allah düşmanlarına karşı hiddetle husumet besleyen kimse anlamına gelen bir başka ismi çağrıştırır. Bu bağlamda dikkate değer olan husus, bazı İslâmî metinlerde Hz. Peygamber’in Tevrat’taki isminin “el-Hadd” olduğunun belirtilmiş olmasıdır. Örneğin bkz. İbn Bâbeveyh, Muhammed b. Ali, Men lâ-yahduruhu el-fakîh, Kum: Defter-i İntişârât-i İslâmî, h.k. 1413, c. 4, s. 177; ayrıca bkz. İbn Bâbeveyh, el-Emâlî, s. 171 (İmam Muhammed Bâkır’ın hadisi).

[62] 7. yüzyılda ihtida edip Müslüman olan Yahudî din adamı Said b. Hasan el-İskenderî de ifadenin bu anlama geldiğini teyit etmektedir. Şöyle yazar: “İbranî dili uzmanları, ‘mâz mâz’ lafzını farklı şekillerde açıklamışlardır. Onlardan bazıları ‘mâz mâz’ın Ahmed Ahmed anlamına geldiğini yazmışlardır.” Bkz. Halft, Denis, “Saīd b. Hasan al-Iskandarī: A Jewish Convert to Islam Editio princeps of the Later Recension (732) of His Biblical Testimonies to the Prophet Muhammad,” Mideo 30 (2014): s. 267.

[63] “Me’od me’od” sözcüğünün İbranicede “hamd” masdarından türemiş özel bir isme delalet ettiğine dikkat edilmelidir. Bir başka deyişle bu sözcük, aynı kökten türeyen “Ahmed,” “hâmid,” “mahmûd,” “Muhammed,” ve “hamîd” sözcükleri ile aynı kategoride yer almaktadır. Aralarındaki fark, bu sözcüğün “hamd” sözcüğünün tekit kipi, vurgulu hali olmasıdır. “Me’od” “çok” anlamında kullanıldığında, “me’od me’od” ifadesi “çok çok” şeklinde değil de “bir hayli çok” şeklinde çevrilir. Bu doğrultuda, burada izlenecek doğru çeviri yöntemi sözcüğü “Ahmed Ahmed” şeklinde değil de “Hamîd” (övgüye layık olan) ve “Muhammed” (çokça övülen) anlamı verecek şekilde çevirmek olacaktır.

[64] Bkz. Strong, Strong’s Hebrew Lexion, kod: 5954.

[65] Elbette isim tamlaması olarak başka bir sözcüğe izafe edildiği durumlarda, örneğin kahinler için de kullanılmıştır. Tamlama durumda ifade, “kahinlerin ulusu” anlamına gelir.

[66] Peshitta İncili, Matta 23:1-8.

[67] Âl-i İmrân Sûresi, 3:79; Mâide Sûresi, 5: 44 ve 63.

[68] Bkz. İbn Hayyûn, Numân b. Muhammed, Deâimu’l-İslâm, c. 1, s. 37. Arapça metin şu şekildedir:

فَالرَّبَّانِيُّونَ هُمُ الأَئِمَّةُ دُونَ الأَنْبِيَاءِ الَّذِينَ يُرَبُّونَ النَّاسَ بِعِلْمِهِمْ وَالأَحْبَارُ دُونَهُمْ وَهُمْ دُعَاتُهُمْ.

[69] Hıllî, Hasan b. Süleyman, Muhtasarü’l-Basâir, s. 147 (Süleym b. Kays’ın Kitab’ından nakledilmiştir).

[70] Bkz. Meclisî, Muhammed Bâkır, Bihâru’l-envâri’l-câmia li-düreri’l-ahbâri’l-Eimmeti’l-Ethâr, Beyrut: Dâru’t-turâs, 1983, c. 37, s. 331.

[71] İbn Şehrâşûb, Muhammed b. Ali, Menâkıbu Âli b. Ebî Tâlib, Necef: Matbaatü’l-Haydariyye, h.k. 1376, c. 2, s. 45.

[72] Tekvin, 13:15-25; Birinci Tarihler Kitabı, 29-31.

[73] ABP nüshası.

[74] VUL nüshası.

[75] “Abd” Arapçada ve ayrıca İbranicede “yok olmak”, “kesilmek” ve “dağılmak” anlamlarına gelir. “El” ise, İbranicede Allah anlamına gelir. بَادَ الشَّيْء يَبِيدُ بَيَادًا: إِذَا تَفَرَّقَ وَتَوَزَّعَ (Isfahanî, Râğıb, el-Müfredât, “b v d” maddesi). “Beyd: fena, yok olmak (Kâmûs-i Kur’ân, “b y d” maddesi). İbranice için bkz. Koehler, Ludwig ve Baumgartner, Walter, Hebrew Aramaic Lexicon Old Testamen, אבד maddesi. Sözcük “kaybolmak, yok olmak” anlamlarına gelir.

[76] Koehler ve Baumgartner, Hebrew Aramaic Lexicon Old Testamen, דוּמָה maddesi.

[77] Koehler ve Baumgartner, Hebrew Aramaic Lexicon Old Testamen, שׁמע maddesi.

[78] Koehler ve Baumgartner, Hebrew Aramaic Lexicon Old Testamen, דוּמָה maddesi.

[79] Koehler ve Baumgartner, Hebrew Aramaic Lexicon Old Testamen, שׁמע maddesi.

[80] Brown, F, Driver, S.R. ve Biggs, C.A., Hebrew and English Lexicon, חדר maddesi.

[81] Jastrow, Marcus, A Dictionary of the Targumim the Talmud Babli and Yerushlami and the Midrashic Literature, Londra ve New York, 1903, תמה maddesi.

[82] Kâmûsu’l-muhît. İbn Manzûr, Muhammed b. Mükerrem, Lisânü’l-Arab, Beyrut: Dâru Sâdır, h.k. 1414, “t y m” maddesi.

[83] Bu, oldukça dikkat gerektiren ince bir meseledir. Bu yüzden bağımsız bir yazıda ele alınmalıdır.

[84] Brown, Driver ve Biggs, Hebrew and English Lexicon, יְט֥וּר maddesi.

[85] Brown, Driver ve Biggs, Hebrew and English Lexicon, נפש maddesi.

[86] Misbâhu’l-münîr, “n f s” maddesi. “Bir şeyi cömertçe ikram etti: Değerli hale geldi ve izzet buldu. Böyle biri, kerimdir. Damme ile okunur: نفُسَ الشیَّءُ  (O şey değerli hale geldi). Bu durum nefâset olarak isimlendirilir. Böylece o şey nefîs, yani kıymetli ve değerli olur.” Halil b. Ahmed, el-Ayn, c. 7, s. 270. En-nefs: Bedenin hayat bulmasını sağlayan ruhtur. Ayrıca رجل له نفس (nefs sahibi bir adam) ifadesi, güzel ahlak sahibi, cesur ve cömert bir kimse anlamına gelir.

[87] Brown, Driver, Biggs, Hebrew and English Lexicon, קֵ֥דְמָה maddesi.

[88] Friberg, Analytical Greek Lexicon, Baker Books, 2000, ἀνατολὴ maddesi.

[89] Jastrow, A Dictionary of the Targumim the Talmud Babli and Yerushlami and the Midrashic Literature, s. 1355.

[90] γενεῶν sözcüğü bir insanın doğrudan kendi sulbundan vücuda gelen evlatları için kullanılmaz. Örneğin, Çıkış Kitabı’nın birinci babında şöyle geçmektedir: “Yakup ile birlikte aileleriyle Mısır’a giden İsrailoğullarının adları şunlardır: Ruben, Şimon, Levi, Yahuda, İssakar, Zevulun, Benyamin, Dan, Naftali, Gad, Aşer.” Bkz. Old Persian nüshası. Görüldüğü üzere burada, İsrailoğullarından farklı kuşaklarda dünyaya gelmiş kişilerin isimlerinden bahsedilmemektedir. Ayrıca, Tevrat’ın başka ayetlerinde, Esav’ın şeceresi şu şekilde açıklanmıştır: “Ve Seir dağında, Edomluların babası Esav’ın zürriyeti şunlardır; Esav’ın oğullarının adları şunlardır: Esav’ın karısı Adanın oğlu Elifaz, Esav’ın karısı Basematın oğlu Reuel.” Bkz. Old Persian nüshası, Tekvin, 36:9-10. Bu ayetlerde de aynı dikkat gösterilmiştir. 9’uncu ayette Esav’ın zürriyetinden olan soyun şeceresi açıklanırken, “Esav’ın ortaya çıkışı (veya Esav’ın oğulları) şunlardır” denilmiştir. תלְדוֹֹת (toledotam) sözcüğü “nesiller” anlamında kullanılmıştır. Bununla birlikte, 10’uncu ayette doğrudan Esav’ın sulbundan olan oğullarından söz edilirken bu sözcük kullanılmamıştır.

[91] Bu on iki isimden yalnızca Kaydar’ın, Nebayot’un, Yetur’un ve Nafiş’in isimleri Ahd-i Atik’te geçer. Kaydar için bkz. İşaya 21:16, 21:17, 42:11, 60:7; İrmiya, 2:10; 49:28-33; Hezekiel, 27:21; Mezmurlar, 120:5; Süleyman’ın Meselleri, 1:5. Nebayot için bkz. Tekvin, 28:9; 36:3; İşaya, 60:7. Yetur ve Nafiş için bkz. Birinci Tarihler, 5:19. Geri kalan isimler, Ahd-i Atik’te Hz. İsmail’in oğulları olarak geçmemektedir.

[92] Tarih kaynaklarında Hz. İsmail’in bu on iki oğlundan söz eden güvenilir bir malumat bulunmamaktadır. Sadece Yahudî tarihçisi Flavius Josephus, Helenistik dönemde Ürdün’de hakimiyet kuran Nabatiler ile Nebayot arasındaki ses benzerliğinden yola çıkarak Nabatilerin Nebayot’un soyundan gelmiş olabileceğini varsaymıştır. Bkz. The complete works of Flavius Josephus, çev. William Whiston, Thompson & Thomas, Chicago, 1901, s. 43. Tarihçi Jerome, Josephus’u, diğer Kitab-ı Mukaddes tarihçileri de Jerome’u izleyerek bu ihtimali tekrarlamışlardır. Modern tarihçiler ise, Nabatiler ile Nebayot kabilesi arasında bir bağlantı bulamamışlardır. Kaydar’dan günümüze ulaşan en eski tarihli vesikada, arkeologların MÖ 8. ve 7. yüzyıllara tarihlendirdikleri Yeni Asurlu kitabelerinde, sadece Arap olup Yeni Asurlularla savaşan ve yenilgiye uğrayan Kaydarî krallarının birkaçının adı geçmektedir. Bkz. Teppo, Saan, Women and their Agency in the Neo-Assyrian Empire, yayımlanmamış doktora tezi, Helsinki Üniversitesi, 2005, s. 47. Bununla birlikte, Hz. İsmail’in oğlu Kaydar ile bu Kaydarî kralları arasında bağlantı olduğu konusu, tarihçiler açısından kesinlik arz etmemektedir. Diğer isimlerin tarih kayıtlarındaki durumu, Kaydar ve Nebayot ile ilgili kayıtlara nispetle çok daha belirsizdir.

[93] Bu on iki isim, küçük farklılıklarla, Birinci Tarihler 1:29-31 ayetlerinde de tekrarlanmıştır.

[94] Makalenin önceki bölümünde, Tekvin’in 25’inci babının geçen metin dikkatlice incelendiğinde Tevrat’ın bu on iki ismi Hz. İsmail’in doğrudan oğulları olarak nitelemediği ortaya konulmuştu.

[95] Strong, Strong’s Hebrew Lexicon, kod: 8034.

[96] MÖ birinci bin yılda Ürdün’de hüküm süren Nabatiler ile Nebayot arasında bağlantı kurulması, daha önce de ifade edildiği üzere, sadece bir yorumdur; bir çeviri değildir.

[97] Tekvin 13:25-15:25 (PST nüshası).

[98] Yahudî rabbîleri, Hz. Musa’nın MÖ 1391-1271 yılları arasında yaşadığı kanaatindedir. Jerome, Hz. Musa’nın MÖ 1592 yılında, Ussher ise, MÖ 1612 yılında dünyaya geldiğini yazmışlardır.

[99] 1947 yılında bulunan bu yazmalar, MÖ 100 ila MS 200 yılları arasında yazılmış metinleri içerirler.

[100] Kumran Yazmaları arasında bulunan Tekvin Kitabı’nın beş yazmasının tamamında, 17’nci babın Hz. İsmail ile ilgili olan ayetlerinin bir kısmı yok olmuştur.

[101] Riches, John, The Bible: A Very Short Introduction, Oxford: Oxford Üniversitesi Yayınları, 2000, s. 19-20. Tevrat’ın yazılış tarihiyle ilgili en yeni ve en güvenilir teori, “Belgesel Hipotez” veya “Wellhausen Hipotezi”dir. Bu hipotez, 18. ve 19. yüzyıllarda, Kitab-ı Mukaddes’in bazı çelişkilerini uyumlu hale getirmek amacıyla geliştirilmiştir. Bu teoriye göre, Tevrat, bağımsız kaynaklardan alınmış ve bir grup redaktör tarafından günümüzdeki şekline getirilmiştir. Bu bağımsız kaynaklar şunlardır: J (Yahvist), E (Elohist), D (Deuteronomist) ve P (Priestly). Sonuncusu, Yahudî din adamları (ahbâr) yazılarını ihtiva etmektedir. J kaynağı MÖ 950 civarında, E kaynağı MÖ 850 civarında yazılmıştır. Bu teoriye göre P kaynağının yazılış tarihi MÖ 600-400 yılları arasındadır. Bununla birlikte, bütün bunlar eldeki Tevrat’ın Hz. Musa’ya nazil olan Tevrat ile hiçbir bağlantısı olmadığı anlamına gelmemektedir. Bu, sadece, Tevrat’ın mevcut şekline MÖ birinci bin yılda kavuştuğu ve Tevrat’ta geçen özel isimlerin, günümüze ulaşıncaya değin, farklı dillerde ve diyalektlerde uzun bir yol kat ettikleri anlamına gelmektedir. Bkz. Harris, Stephen, Understanding The Bible, Mayfield: Palo Alto, 1985.

[102] Ahd-i Atik’te ve Ahd-i Cedid’de özel isimlerin yazımı arasındaki farklılık bu makalede ele alınamayacak kadar fazladır. Örnekler için bkz. www.familysearch.org/learn/wiki/en/Variations-of-Biblical-Names-in-Old-Documents

[103] Noble, John Travis, “Let Ishmael Live Before You!” Finding a Place for Hagar’s Son in the Priestly Tradition, yayımlanmamış doktora tezi, Harvard Üniversitesi, 2013, s. 68.

[104] Noble, “Let Ishmael Live Before You!,” s. 141.

[105] Resulullah Ebû’l-Kâsım Muhammed ve Ahmed b. Abdullah b. Abdulmuttalib b. Hâşim b. Abd Menâf b. Kusay b. Kilâb b. Mürre b. Luvey b. Gâlib b. Fihr b. Mâlik b. en-Nasr b. Kenâne b. Huzeyme b. Müdrike b. İlyas b. Mudar b. Nizâr b. Ma’dd b. Adnân b. Eddi b. el-Yesa‘ b. el-Hemeysa‘ b. Selâmân b. En-Nebt b. Hamd b. Keydâr b. İsmail b. İbrahim el-Halil. İbn Bâbeveyh şöyle nakleder: Adnân b. Eddi b. Uded b. Zeyd b. Ya‘ded b. Yakdum b. el-Hemeysa‘ b. Nebt b. Kayzâr b. İsmail. İbn Abbâs şöyle der: Adnân b. Eddi b. el-Yesa‘ b. el-Hemeysa‘ ona İbn Yâmîn denilirdi, b. Yahşeb b. Munhed b. Sâbû‘ b. el-Hemeysa‘ b. Nebt b. Kayzâr b. İsmail b. İbrahim… Bkz. Hıllî, Ali b. Yusuf, el-Adedu’l-kaviyye li-defi’l-mehâvifi’l-yevmiyye, Kum: Mektebetu Ayetullah el-Maraşî en-Necefî, h.k. 1408, s. 134. Tabersî ise, Hz. Peygamber’in şeceresini şu şekilde nakleder: Hz. Peygamber’in eşi Ümmü Seleme’den şöyle dediği rivayet edilir: Hz. Peygamber’i şöyle derken işittim: Ma‘dd b. Adnân b. Uded b. Zeyd b. Serâ b. A‘râk es-Serî. Ümmü Seleme şöyle dedi: Zeyd, Hemeysa‘ ve Serâ, Nebt ve A‘râk es-Serî İsmail b. İbrahim. [Ümmü Seleme dedi ki:] Sonra Resulullah şöyle okudu: Âd, Semûd, Ashabu’r-ress, Kurûnâ, bunlar arasında Allah dışında kimsenin bilmediği daha niceleri. Bkz. Tabersî, Fazl b. Hasan, İlâmu’l-verâ bi-a’lâmi’l-hüdâ, Kum: Âlü’l-Beyt, h.k. 1417, s. 6.

[106] Birçok kaynakta bu mısraya yer verilmiştir. Örneğin bkz. Minkarî, Nasr b. Müzâhim, Vak‘atu Sıffîn, Kum: Mektebetu Ayetullah el-Maraşî en-Necefî, h.k. 1404, s. 390.

[107] Tûsî, el-Emâlî, s. 4.

[108] İbn Babeveyh, et-Tevhid, s. 397.

[109] Tabersî, Ahmed b. Ali, el-İhticâc ala ehli’l-lücâc, Meşhed: Neşr-i Murtaza, h.k. 1403, c. 1, s. 207.

[110] Bu satırların yazarı görüşünü şu iki delille desteklemektedir: Birincisi, el-Mektebetü’ş-Şâmile adlı yazılımda 200'den fazla ünlü tarih kitabı ve 30 Arap ensâbı (soyağacı) kitabında “Haydare” ve “Haydar” anahtar kelimeleri ile yapılan aramalarda, bu ismin Müminlerin Emiri Ali b. Ebî Tâlib’den (a.s.) önce kullanıldığına dair bir veriye rastlanmamıştır. İkincisi, Arapça sözlük kitapları (sözlükler, lügatler ve dilbilim kitapları) incelendiğinde, Haydar veya Haydare’nin aslan (esed) için kullanılan isimlerinden olduğu ve Müminlerin Emiri Ali’den (a.s.) önce kimsenin bu isimle tanınmadığı anlaşılmaktadır. Örneğin, Sâhib b. Abbâd şöyle yazmaktadır: “Haydare: Aslan isimlerinden biridir ve Ali b. Ebi Tâlib’e (Allah ondan razı olsun) Haydare lakabı verilmiştir.” Bkz. Sâhib b. Abbâd, İsmail b. Abbâd, el-Muhît fî’l-lugat, Beyrut: Âlemu’l-kitab, h.k. 1414, c. 3, s. 36. İbn Manzûr da Lisânü’l-Arab adlı eserinde İmam Ali’nin (a.s.) isimlerinden birinin Haydar olduğunu yazmıştır. Bkz. İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, c. 3, s. 261.

[111] İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, c. 4, s. 174. Zübeydî, Muhammed b. Muhammed, Tâcu’l-arûs, c. 6, s. 253.

[112] Halil b. Ahmed, el-Ayn, “hadar” maddesi.

[113] Hazzâz, Ali b. Muhammed, Kifâyetü’l-eser, s. 83. “Abdullah b. Mesud ona şöyle dedi: Ya Resulullah, Hüseyin’in zürriyetinden olacağını söylediğin bu imamlar kimlerdir? Hz. Peygamber bir süre sessiz kaldı, sonra başını kaldırdı ve şöyle dedi: Ey Abdullah! Önemli bir soru sordun; o halde sana haber vereyim: Eliyle Hüseyin’in omzuna dokunarak, bu benim oğlum, onun zürriyetinden mübarek bir evlat çıkacak, dedesi Ali adıyla anılacak, o da Âbid olarak adlandırılacaktır.”

[114] Bahrânî, Hâşim b. Süleyman, el-Burhân fî tefsiri’l-Kur’ân, c. 5, s. 650.

[115] Kûfî, Furât b. İbrahim, Tefsiru Furât Kûfî, s. 285.

[116] Bazı araştırmacılar, Hz. İsmail’in soyundan gelen bu on iki kişinin sadece bir grup ile sınırlı olmadığını ve Tekvin Kitabı’nın 25’inci babında isimleri anılan kişilere ek olarak, gelecekte bu on iki kişi için başka bir muhatap bulunabileceğini öne sürmüşlerdir. Nitekim Kitab-ı Mukaddes, İsrailoğullarının on iki nakibi için iki farklı zamanda iki farklı örnek belirlemiştir. Bkz. İmamî, Mesud, “Delilî Nevîn ber İmamet-i Devâzdeh İmam-i Şia,” İmamet-pejûhî, 8 (1391): s. 171. [Makalenin çevirisi için bkz. https://medyasafak.net/haber/3117/ozel--on-iki-imamin-im%C3%A2meti-uzerine-yeni-bir-delil (çev. Aliye Söğüt), ayrıca Şiîlik Araştırmaları-II kitabı içerisinde (Önsöz Yayıncılık, haz. Ozan Kemal Sarıalioğlu)]