"İran, ABD Küresel Hegemonyasına Öldürücü Darbeyi Temsil Ediyor"

"İran, ABD Küresel Hegemonyasına Öldürücü Darbeyi Temsil Ediyor"
"Bunun için, böyle yıkıcı hegemonik güçleri ortaya çıkan kapitalist ekonomik sistemi yıkmalıyız. İran, Amerikan imparatorluğuna karşı öldürücü bir darbeyi ifade ediyor, fakat dünya halklarının yıkıntılar üzerinde yeniyi inşa etmesi gerekecektir."

Finian Cunningham

 

Press TV


Amerika Birleşik Devletleri, savaşla özdeşleşmiş bir isim haline geldi. Modern zamanlarda dünyanın hiçbir devleti, ABD kadar çok savaş veya çatışma başlatmadı.


Batı medyasının görünüşte Kuzey Kore'nin “öngörülemez” ve “saldırgan” tutumlarına dair yaptığı yayınların altında, Kore Yarımadası'nda şu anda yaşanan savaş gerilimleri raundunda çatışmanın gerçek kaynağı ABD'dir. Batı medyasında Washington, sınırlayıcı bir savunma gücü olarak sunuluyor. Fakat gerçekte, tehlikeli nükleer açılma, Washington'un dünyanın her köşesinde savaş ve hegemonyayı hedefleyen tarihsel dürtüsü bağlamında görülmelidir.

Kuzey Kore Washington'un hegemonik tutkularına karşı yakın bir meydan okumayı temsil ediyor olabilir. Ancak, göreceğimiz gibi, İran Amerikan küresel imparatorluğuna karşı çok daha büyük ve öldürücü olabilecek bir meydan okumayı temsil ediyor.

William Blum ve Noam Chomsky gibi yazarlar ve düşünürler sayesinde, ABD'nin İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana geçen yaklaşık yetmiş yıl içinde 60'dan fazla savaşa ve çok daha dazla vekâlet çatışmasına, hileye ve darbeye karıştığı, kayıt altına alınmış bir gerçektir. Dünyada Amerika'nın savaş taraftarlığı ve dünya güvenliğine tehdit konusundaki geçmiş performansına yaklaşan başka bir devlet yoktur. Hiçbir başka ülkenin elinde bu kadar kan yoktur. 

Amerikalılar, ülkelerini özgürlük, insani ilkeler, teknoloji ve ekonomik hüner konusunda birinci görmeyi severler. Gerçeklik bundan çok daha sert ve yavan. ABD, dünyada savaş kışkırtıcılığı ve başkalarına ölüm ve yıkım yağdırma konusunda birincidir.  

Eğer ABD Vietnam soykırımında olduğu gibi doğrudan savaş yürütmüyorsa, geçmişteki Güney Amerika diktatörlükleri ve ölüm mangaları veya Ortadoğu'daki vekil askeri makinesi İsrail gibi vekiller üzerinden şiddet ifa ediyor demektir. 

Savaş taraftarı eğilim, yirmi yıldan uzun zaman önce Sovyetler Birliği'nin yıkılmasından sonra ivmelenmiş gibi görünüyor. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından hemen sonra ABD, 1991'deki Birinci Fars Körfezi Savaşı'na öncülük etti. Bunu süratle, aldatıcı bir cazibeli isimle “Umudu Kurtarma Operasyonu” adı verilen kanlı Somali müdahalesi izledi.   

Bu tarihten sonra ABD'nin – kimi zaman “gönüllüler koalisyonu”, Birleşmiş Milletler veya NATO kisvesi altında – giderek saha fazla savaşa bulaştığını gördük. Beraberinde çok çeşitli bahanelere başvuruldu: uyuşturucuyla savaş, terörle savaş, Şer Ekseni, koruma sorumluluğu, dünyanın polisliği, küresel barış ve güvenliğin korunması, kitle imha silahlarının önlenmesi. Fakat her zaman bu savaşlar Washington'un öncülüğünde gerçekleşti. Ve her zaman bahaneler, yalnızca, Washington'un kaba stratejik çıkarları için hoş birer vitrin oldu.

Öyle görünüyor ki bugün, dünyanın ABD ve onun emrindekiler tarafından gerçekleştirilen daimi bir savaş durumunu izlediği bir tarihsel aşamaya geldik: Yugoslavya, Afganistan, Irak (tekrar), Libya, Pakistan, Somali (tekrar), Mali ve Suriye, bunlardan bir kaçıdır. ABD'nin suçlu askeri operasyon sahneleri, Filistin, Küba, İran ve Kuzey Kore'ye karşı süregiden örtülü savaşları da içeriyor. 

Neyse ki kaderin, Venezuela'nın son lideri Hugo Chavez'in Bolivarcı devrimiyle gelen cilvesi, Güney Amerika'nın – ABD'nin öncelikli sözde nüfuz alanının – önemli bir bölümünün en azından şimdilik Washington'un tahribatlarının giremediği bölgeler haline geldi.  

Soru şu: ABD neden savaşlara bu denli aşırı şekilde eğilimli? Cevap ise şu: güç için. Küresel kapitalist ekonomi, doğal kaynakların kontrolü için ölümcül bir güç mücadelesini beraberinde getiriyor. ABD şirket seçkinleri, yani dünya kapitalist sisteminin yöneticileri, kapitalist kârları ve ayrıcalığı yöneten eşsiz tarihsel konumlarını korumak için dünyanın doğal kaynakları üzerinde hegemonyaya sahip olmalıdır.

Bu eğilimin soğuk mantığı, ABD'li devlet planlamacısı George F. Kennan tarafından açıkça ifade edilmişti: “İnsan hakları, yaşam standartlarının yükseltilmesi ve demokratikleşme gibi belirsiz ve gerçek dışı hedeflerden bahsetmeye son vermeliyiz. Doğrudan güç kavramlarından bahsedeceğimiz gün uzak değil. İdealist sloganlar bize ne kadar az köstek olursa, o kadar iyidir.”


Bir başka deyişle Kennan, ABD'li siyasi liderlerin çoğu kez sahte retoriklerle ikiyüzlülük yaptığını, ABD yönetici seçkinlerinin demokrasi, insan hakları veya uluslararası hukuku savunmakla ilgilenmediğini açıklıkla kabul ediyordu. Amaç, kapitalist hareket yasalarıyla uyumlu bir şekilde ekonomik gücün kontrolünü ele geçirmekti.   

İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde ABD dış politikasının ana mimarlarından biri olan Kennan, yine açıklıkla ve ileri görüşlülükle şunları da söylemişti:

“Sovyetler Birliği yarın okyanusun sularına gömülse, Amerikan askeri-endüstriyel yapısı, başka bir düşman icat edilene kadar, temel olarak değişmeden aynı şekilde devam etmelidir. Başka türlüsü, Amerikan ekonomisi için kabul edilemez bir şok olacaktır.”


Buradan hareketle, Sovyetler Birliği “şeytan imparatorluğu” yıkıldıktan sonra ABD'nin yeni bir “düşman” ve temel militarizmi için yeni bir bahane bulmak için nasıl da sağa sola sallandığını görüyoruz. 11 Eylül terörist saldırıları ve arkasından gelen “terörle savaş”, her ne kadar şu anda Suriye hükümetini yıkmaları için El Kaideci terörist unsurlara verilen destek gibi, sahtekârlığıyla ters düşen çelişkilerle dolu olsa da, bir düzeyde bu amacı hayata geçirmeyi başardı. 

Şu anda Kuzey Yarımada'daki nükleer savaş tehdidi, gerçekte Kuzey Kore veya ABD destekli Güney Kore devleti ile ilintili değildir. 1945'te Kore'nin ABD'nin başlıca küresel rakipleri olarak gördüğü ülkelere – Rusya ve Çin'e – karşı gövde gösterisi yapma alanı olduğu gibi. İkinci Dünya Savaşı sona yaklaşırken, komünist Rusya ve Çin'in Pasifik'te emperyalist Japonya'ya karşı ilerleyişi, gözlerini savaş sonrası küresel paylaşıma dikmiş olan Washington için derin bir kaygı nedeniydi.

İşte bu nedenle ABD beklenmedik bir adımla, Japonya'ya atom bombaları attı. Bu, ABD'nin bugüne kadar rakiplerine karşı yaptığı en geniş erimli kaba güç gösterisiydi. Rusya ve Çin'in Kore Yarımadası'nda gerçekleşen ve Kore halkı tarafından iyi karşılanan ilerleyişi, Hiroşima ve Nagazaki'deki ikiz nükleer soykırımla yol üzerinde durduruldu.

1945 yılında Kore'nin Washington'un emriyle bölünmesi de, küresel nüfuz ve kaynak kontrolünün belirlenmesi için yapılan savaş sonrası sınır çizmelerin parçasıydı. Amerika'nın kışkırttığı Kore Savaşı (1950-53) ve arkasından Kuzey ve Güney devletleri arasında gerilimlerle geçen on yıllar, Washington'a Pasifik'te daimi bir askeri varlık sağladı.

Bu hafta ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel tarafından tekrarlanan “müttefiklerimizi savunma” retoriği, Washington'un Kore'deki varlığının gerçek amacı ve gerekçesinin gizlemesinden başka bir şey değildir. Bu gerçek amaç, doğal kaynaklar, pazarlar, nakliye, lojistik alanlarındaki hegemonya ve son kertede kapitalist kârlar için Rusya ve Çin üzerinde stratejik kontroldür.

Trajik bir şekilde Kuzey ve Güney Kore hâlâ Washington'un Rusya ve Çin'le olan jeopolitik savaşının ilgi merkezinde. Yarımada'da şu anda yaşanan gerilimleri tehlikeli kılan bu. ABD, küresel rakiplerine başka bir sert mesaj göndermek için bu tarihsel anda en iyi yolun Kuzey Kore'ye yıkıcı bir darbe olduğunu düşünerek kumar oynayabilir.  Ne yazık ki, Kuzey Kore'nin Batılı ana akım medya tarafından büyütülen nükleer kapasitesi ve kavgacı tutumu, Washington'un yeniden askeri seçeneğe yönelmesi için yüzeysel bir politik örtü işlevi görebilir. 

Bununla birlikte İran, ABD küresel hegemonyasına karşı daha büyük ve çok daha sorun yaratan bir meydan okumayı ifade ediyor. 2013'teki ABD, 1945'te olduğundan çok daha farklı bir hayvan. Şimdi, daha ziyade hantal bir şekilde yürüyen bir deve benziyor. Eski ekonomik hüneri gitti ve atardamarları, iç sosyal bozulma ve rahatsızlık nedeniyle sertleşti. Yine hayati bir şekilde, hantalca yürüyen Amerikan devi dünyanın gözlerinde sahip olduğu moral gücü de harcadı. Kullandığı ahlak ve demokrasi prensipleri belki 1945'te inandırıcıydı, fakat bu örtü, geride kalan on yıllarda sayısız savaş ve alçakça entrikalarla parçalandı ve patolojik bir savaş kışkırtıcısı meydana çıktı.

Amerikan askeri gücü elbette hâlâ, oldukça tehlikeli bir güç. Fakat bugün daha çok, geri kalanı bir deri bir kemik kalmış bir vücudun üzerinde sarkan bir kasa benziyor. İran, bu hantalca yürüyen, ölmekte olan güce, ölümcül bir şekilde meydan okuyor. İlk olarak, İran nükleer silahlara ve tutkulara sahip değil ve bunu defalarca tekrar etti, bu nedenle de Kuzey Amerika ve Avrupa halkı da dâhil olmak üzere karşılıklı güven ediniyor.  ABD ve vekilleri bu nedenle, siyasi geri tepme tsunamisi riskini almadan Kuzey Kore'ye yapabileceği gibi İran'a yönelik bir askeri darbeyi inandırıcı şekilde meşrulaştıramaz.   

İkinci olarak İran, Amerikan ekonomik sistemini canlı tutan yaşam ilacı – dünyanın petrol ve doğalgaz tedariki – üzerinde kontrol edici bir etkiye sahip. Eğer ABD buna girişecek kadar ahmaklaşırsa, İran'a açılacak herhangi bir savaş, küçülen Amerikan ekonomisine ve küresel ekonomiye öldürücü bir darbe sonucunu getirebilir.

İran'ın ABD küresel hegemonyasına ölümcül bir şekilde meydan okumasının üçüncü nedeni, İslam Cumhuriyeti'nin gerçek bir askeri güç olmasıdır. 80 milyonluk güçlü nüfusu, anti emperyalist taahhüt içindedir ve ABD'den veya müttefiklerinden gelecek herhangi bir saldırı, İsrail devletinin çöküşü ve Suud Hanedanı ile Fars Körfezi'nin diğer petrol diktatörlüklerinin yıkılması da dâhil olmak üzere, Batı'nın jeopolitik mimarisinin sütunlarını yıkabilir.


ABD'deki planlamacılar bunu biliyorlar ve bu nedenle İran'la kafa kafaya gelmeye cüret edemeyeceklerdir. Fakat bu, ABD imparatorluğu için ölümcül bir ikilem getiriyor. Kapitalist DNA'larından gelen irsî savaş taraftarlığı, ABD yönetici seçkinlerini İran'la açmaz halinde bırakıyor. Bu açmaz ne kadar devam ederse, ABD küresel gücü de can çekişen gövdesinden o kadar akacaktır. Amerikan imparatorluğu da bu yüzden, geçmişte pek çoğunun yaptığı gibi, eski Pers imparatorluğunun kayalıklarına saplanabilir.

Ancak hikâye burada bitmeyecektir. Dünya barışının, adaletin ve sürdürülebilirliğin gerçekleşmesi için gerekli olan tek şey Amerikan hegemonyasının çökmesi değildir. Bunun için, böyle yıkıcı hegemonik güçleri ortaya çıkan kapitalist ekonomik sistemi yıkmalıyız. İran, Amerikan imparatorluğuna karşı öldürücü bir darbeyi ifade ediyor, fakat dünya halklarının yıkıntılar üzerinde yeniyi inşa etmesi gerekecektir.
 

Çev: Selim Sezer
 

medyasafak.com