Katar'daki İktidar Değişimi Ne Anlama Geliyor?

Katar'daki İktidar Değişimi Ne Anlama Geliyor?
Cunningham: Katar’da iktidarın el değiştirmesi Suudi düşmanlığının tetiklediği bir PR çalışmasından ibarettir.

Bu hafta devlet televizyonunda tahtı bıraktığını ilan eden Katar emiri Hamad bin Halife şöyle konuştu: “Artık milletimizin bu büyük yolculuğunda mesuliyetleri yeni bir neslin taşıyacağı yeni bir sayfayı açmanın zamanı gelmiştir.”

 

33 yaşındaki oğlu Veliaht Prens Temim'e tahtı rızasıyla bırakan Emir, “genç dimağlar”a olan ihtiyaca vurgu yaptı. Emir böylelikle Körfez bölgesindeki ancak ölüm döşeğinde tahttan feragat eden hanedan tipi monarşilerde öncülü olmayan bir ilki gerçekleştirmiş oldu. 

 

Bu taze fikirler ve zindelik vurgusu yapan sözler alışılageldik politikalardan bir sapma olarak algılanabilse de, Emir'in bunlarla Katar'ın bölgedeki rakibi Suudi Arabistan'ı vurmayı hedeflediği çok aşikâr. Her iki despot da aynı Vahhabi taassubunu paylaştıkları gibi Şii İran'a karşı olan düşmanlıkları da onları bir araya getiriyor. Lakin bu kırılgan ittifak aslında alttan alta yürütülen, üstünlük kurmak için girişilmiş feodal rekabetin de üstünü örtmeye çalışıyor.

 

Suudi Arabistan her ne kadar dünyanın en büyük petrol üreticisi olsa da, görece olarak çok daha küçük bir ülke olan ve Arap Yarımadasının küçük bir çıkıntısı olan Katar'da da dünyanın bilinen üçüncü büyük doğal gaz rezervi bulunuyor. Bu hidrokarbon bolluğu sayesinde, yalnızca iki milyon gibi bir nüfusa sahip olan Katar'da kişi başına düşen servet, 27 milyon nüfuslu Suudi Arabistan'da kişi başına düşen servetten dört kat daha fazla. Üstelik Katar, Arabistan'daki gelir adaletsizliği ve gençlerin işsizliği gibi birçok sosyal problemi de yaşamıyor.

 

Geçtiğimiz yıllarda Katar bu dolup taşan hazinelerini müttefikler satın almak için kullandı. Bir taraftan El Cezire televizyonu gibi yayın organlarında “modernleşen” bir görüntü çizilirken, diğer taraftan da Avrupa başkentlerine, basınına, otellerine, endüstrilerine ve futbol takımlarına yatırımlar yapıldı.

 

Bir tarafta Katar yenilenme ve diri bir coşkunluk imajıyla kendini tanıtırken, ondan daha güçlü olan komşusu Suudi Krallılığı yaşlanan Kral Abdullah'ın varisleri arasındaki müzminleşmiş iktidar kavgasının tutsağı olmuş durumda. Bu nedenle de Katar'ın tam aksi bir imaj çiziyor. 89 yaşındaki güçten düşmüş Suudi kralı, iki veliaht prensin ölümüne şahit oldu. Devir teslimi bu kadar zamandır geciken miras da kralın kardeşleri, üvey kardeşleri ve onların çocukları arasındaki gerginliği beslemeye devam ediyor.

 

Görece olarak hâlâ gençken, 61 yaşında tahtı bırakan Katar emiri hem bölgeyi hem de dünya kamuoyunu şaşırtmayı başardı. Her ne kadar hakkında bilinmeyen bir hastalıktan muzdarip olduğu yolunda söylentiler dolaşıyor olsa da, yakın geçmişte Washington'a yaptığı bir gezide Amerikan Başkanı Barack Obama ile buluşmasında gayet sağlıklı bir görüntüye sahipti. Şeyh Temim, Katar'ın yeni yüzü olacak olsa da, babası ve sempatik Başbakan Şeyh Hamad bin Casim gibi diğer büyükleri, perde arkasında gücü ellerinde tutmaya devam edeceklerdir. Başka bir deyişle, bu değişim bir uyanıştan çok bir elden ele dolaştırma eylemi. Bu miras yoluyla devredilen dizi filmin kurumsal Batı medyasının onayıyla selamlanmasındaki gülünç ironi de şu ki, aynı medya Katar ve Suudi Arabistan'daki diktatörlerin yardımıyla Suriye için demokrasi naraları atıyor.

 

Her halükârda, Katar'da iktidarın göstermelik intikali hepten de sürpriz değildi. Hamad'ın dördüncü oğlu olan Şeyh Temim, geçtiğimiz on yıldır babasının halefi olmaya hazırlanıyordu. Sandhurst'te (İngiltere) eğitim alan Veliaht Prens özellikle de son üç yıldır, yoğun bir hazırlık sürecine girmişti. Orduda komutan yardımcısı olarak görev yapan prens, aynı zamanda emirliğin 100 milyar dolarlık devlet fonu olan Katar Yatırım Ajansı'nın yönetim kurulunda da görev aldı.  

 

Yine de bu haftaki bildiri beklenmedik bir anda geldi. Katar'ı yönetenlerin bu zahiri uyanış için verdikleri karar, kökleri Katar ve Suudi Arabistan arasındaki gizli iktidar mücadelesine dayanan bir çeşit halkla ilişkiler kurnazlığı olarak görülebilir. İki güç de bölgesel olaylarda söz sahibi olmaya çalışıyor ve yine iki güç de İran'a karşı aynı saplantıyı paylaşıyorlar.

 

Bu iki Vahhabi krallık, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki siyasi karmaşayı kontrol edebilmek için uğraşan Batı'nın jeopolitik gündemine oturan anahtar aktörler olarak ortaya çıktılar. Katar ve Suudi Arabistan, servetlerinin bolluğu sayesinde Tunus ve Mısır'da kendileriyle yakından bağlantılı selefi Müslüman Kardeşler'in yükselmesi için epey para harcadılar. Müslüman Kardeşler'in uyguladıkları muhafazakâr iktisat politikası ve dış siyaset Washington, Londra ve Paris için statükoyu devam ettirmeye yardımcı olan bir araçken, aynı zamanda Körfez'deki monarşilerinin de menfaatlerini okşamaktaydı.

 

Kimi zaman Katar kendinden kat kat büyük komşusu Suudi Arabistan'dan fazla nüfuz kazanmış görüntüsü vermektedir. Katar'ın Filistin topraklarında Hamas'a sağladığı himaye sayesinde El Sani ailesi geniş Arap bölgesinde övgü dolu sözler duyabildi. Ne var ki bu sahiplenme özellikle son günlerde zayıflamış olduğu için bunun gitgide bir başka içi boş halkla ilişkiler jesti olarak görülmeye başladığını söylemek mümkün.

 

Vahhabi krallıkları gizliden gizliye bölgedeki üstü kapalı Batı militarizmini cesaretlendirme konusunda önemli bir rol oynadılar. Suudi Arabistan ve Katar, Libya'da Muammer Gaddafi'yi devirmek için 2011 yılında kendilerine verilen silah temin etme görevini tekrar üstelenerek bu kez Suriye'deki rejim değiştirme operasyonunda NATO'nun silah kanalı olarak hizmet vermeye başladı. Basra Körfezi'ndeki krallıkların, Batı dünyasının Cumhurbaşkanı Beşar Esad'ı devirme arzusu doğrultusunda Suriye'ye akın eden binlerce yabancı paralı askerin maaşlarını ödemek ve onları silahlandırmak için 50 ila 100 milyon dolar arasında bir meblağ harcadığı belirtiliyor.

 

Suudi Arabistan, El Kaide bağlantılı paralı askerleri silah altına almak ve onları yönetmek işinde Amerikan ve İngiliz askeri istihbaratıyla daha kurumsal bir ortaklık kurmuş durumda. Bölgenin dört bir yanından Suriye'deki “kafirlere” karşı silah kuşanıp gelmiş çok sayıdaki Selefi ve Tekfirci militanın kontrol edilmesinde Suudi ve Katar yöneticilerinin Vahhabi köktenciliği büyük önem taşımaktadır. “Kafir” ilan edilenler arasında köktenci dinî tanımlamalara uymayan tüm Müslümanlar, Hristiyanlar ve sekülerler yer almaktadır. Hedef tahtasının merkezinde ise Şii Müslümanlar ve Alevi mezhebinin mensupları yer almaktadır.


Suriye'deki Suud ve Katar destekli isyancıların bu aşırı tahammülsüz zihin yapısı iki yıldır sivillere karşı işlenen insanlık suçlarının ve kör şiddetin en temel sebebidir. Bunun kanıtı, 100.000'e yaklaşan ölü sayısının yarıya yakınını sivillerin oluşturmasıdır.

 

Hem Katar hem de Suudi Arabistan Suriye'deki savaşçıların ana gövdesini oluştran yabancı selefi gruplarla yakın ilişkiler içindeler. Bütün bu akan kan, bu krallıkların Batılı güçlerin iradesinin maşası olup Suriye üzerinde nüfuz kavgalarına girişmelerinin doğrudan bir sonucudur.

 

Suriye hükümetinin emrindeki güçler son haftalarda isyancı militanlara karşı güç kazanmaya devam ettikleri için, Suudi Arabistan'ın militanları silahlandırmada daha da sert bir tavır takındığı ve isyancıları tanksavar, uçaksavar gibi daha yüksek ateş gücü olan silahlarla donatmaya karar verdiği elimize ulaşan bilgiler arasında. Katarlı yöneticiler bu noktada işi büyük komşularına bırakmış gibi görünüyorlar.

 

Katar ordusundan bazı subayların, ölümcül bir gaz olan Sarin de dâhil olmak üzere, birtakım kimyasal silahların Suriye'deki El Kaide'ye bağlı militanlara ulaştırılmasına yardım ettiklerine dair bilgiler, Katar idaresini oldukça yıprattı, zira bu onların ciddi bir terör faaliyeti esnasında suçüstü yakalandıkları anlamına geliyordu.

 

Bu haftanın ilk günlerinde, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Suud El Faysal, Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry'yi ağırladı. Bu buluşmada, Batılı hükümetlere Suriye'ye bir an önce askerî müdahalede bulunmaları için bir çağrı yapıldı. Kerry ayrıca Suud istihbaratının şefi Prens Bandar bin Sultan'la görüştü. Suudiler, kulak tırmalayan bir tonla, Suriye'deki Beşar Esad hükümetini kendi halkına karşı soykırım yapmakla itham etti. Bununla da kalmayıp Cumhurbaşkan'ı Esad'ın arkasında İran'ın askerî desteği olduğu ve Suriye'de İranlı askerlerin savaştığı düşüncesini telkin etmeye çalıştılar. Oysa Tahran bu iddiaları kesinlikle reddetmişti.

 

Şurası açık ki, Suudi Arabistan, Batılı-Vahhabi ittifakın bu üstü örtük savaşı kaybetmesi ihtimalinden ciddi ciddi ürküyor, zira böylesi bir durum Suud ailesinin bölgedeki jeopolitik menfaatlerine büyük bir darbe vuracaktır. Bu yüzden de Suudi Arabistan hiç çekinmeden askeri olayları kabartmaya ve Amerika ve diğer Batılı ülkelerin de aynısını yapmaları için onları dolduruşa getirmeye çalışıyor.

 

Suudi Arabistan Suriye politikasında vites değiştirdiği için Katar idaresi muhtemelen sürecin dışında bırakıldığını hissetti. Bunun sonucunda da Suudi Arabistan'ın Suriye'ye büyük bir askerî müdahale için çağrı yaptığı bu hafta içerisinde, Katar tarafından dünyaya “yeni dimağlar ve taze fikirler”in “heyecan verici haberleri”, emirliğin iktidarının babadan oğula bırakıldığıyla beraber ilan edildi. 

 

Hiç şüphesiz Katar da emperyalist güçler adına Suriye'de kirli ve insanlığa sığmayan savaşı yürütmeye en az Suudi Arabistan kadar kadir ve taliptir. Fakat kamuoyuna sinsice nüfuz eden hissiyat şu ki, PR meselesini daha iyi kavramış olan bu küçük krallık, ilgiyi hantallaşmış Suudi idaresinden alarak kendi üzerine çekmesini sağlayacak bir PR fırsatını kaçırmamıştır. Dönek “müttefiklerin” dünyası böyle bir dünyadır işte.
 

Çev: Leyla Kader

 

medyasafak.com