Tehdit Karşısında Tehdit Stratejisi

Tehdit Karşısında Tehdit Stratejisi
Fars Körfezindeki Bedir Kuyularında Amerika’yı Bekliyoruz
Muhammed Halid


 

İran ile küresel Siyonizm arasındaki gerginlik, Obama’nın İran İslam Devrimi önderine yazdığı tahrik edici mektubu, İran ve Avrupa’nın karşılıklı petrol ambargoları, İki tarafın askeri yetkililerinin tehditleri ve İslam Devrimi önderinin –Devrimin otuzuncu yıldönümü olan 11 Şubat’tan önce- Tahran Cuma namazında yaptığı konuşma ile had safhaya ulaştı. Abaca bu gerginlikler dönüşü olmayan kapsayıcı bir savaşla mı sonuçlanacak?

 

Meşrik Haber Ajansının araştırmalarına göre İslam Devrimi önderinin konuşmasından sonra Siyonist liderlerin tutumlarında yumuşama olduğu ve geri adım attıkları göründü. Hatta Netanyahu, kabinesiyle yaptığı toplantıda İran’a askeri saldırı hususunda kabine üyelerini saçma tehditlerden sakındırdı. Devrim önderinin konuşmasından sonra düşman Siyonistler gerekli dersleri almışa benzemektedir.

 

Devrim önderi “Bütün olasılıklar masadadır” cümlesinden sonra “Tehdit karşısında tehdit” sözleriyle de stratejisinin çerçevesini çizmiş oldu.

 

Dünyanın Kalbine Ön Saldırı

 

Sabık Amerikan Dışişleri Bakanı Henry Kissinger şöyle demektedir: “Petrol, Araplara teslim edilmeyecek kadar önemlidir. Eğer savaş davullarının sesini işitmiyorsan kesinlikle sağırsın.” Amerikan İstihbaratı (CIA) emekli uzmanı Kenneth Pollack ise şunları yazmaktadır: “Sadece ahmaklar küresel politikalarda petrolün gerçek hedef olduğunu bilmezler.”

 

Kenneth Pollack kudret, ideoloji gibi enerji ötesi istemleri göz önünde bulundurmadığı için Kissinger gibi akıl hocalarının görüşlerini anlayamamıştır. Zira Kissinger petrolü ereksel neden olarak dillendirmemekte, bilakis petrolü araçsal bir hedef olarak göz önünde bulundurup Siyonizm’in çok boyutlu (ekonomik, kültürel, askeri…) dünya hâkimiyeti için bir vesile olarak görmektir.

 

Petrolün birçok ürünün hammaddesi olduğunu ve bunların enerji üretim döngüsü sayılmadığını bildiğimiz zaman konunun önemi daha iyi anlaşılacaktır. Spiegel adlı Alman dergisi “Petrol, Günümüz Dünyasının Damarlarındaki Kan” başlığıyla Dick Cheney’in George Bush’un başkanlığı döneminde petrol hakkında yaptığı analizlerine istinaden şunları yazmaktadır: “Biz her yıl petrol üretiminde yüzde ikilik artışa ihtiyaç duymamıza rağmen her yıl yüzde üçlük petrol üretim azlığıyla karşı karşıyayız. Bu da 2010 yılına kadar günlük 50 milyon varil petrol eksikliği demektir.”

 

Velhasıl bunları göz önünde bulundurduğumuz zaman şu çıkarımlarda bulunabiliriz: Neden Kissinger gibi Siyonist liderler geleceği düşünerek zekice 21. yüzyılın iki güç kaynağı olan enerji ile bilgiyi –ki bugün bilgi üretim ve kontrolünü ellerinde bulundurmaktadırlar- tamamen ele geçirmek için böylesi girişimlerde bulunmaktadırlar. Onlar çok iyi biliyorlar ki petrol kuyularına hâkim olan diğer güçlere ve dünyaya hâkim olacak ve hangi medeniyetin damarlarına bu kandan ne kadar verilmesi gerektiğini de belirleyecektir. Bu yüzden petrol kuyularına saldırı emri verilirse bununun nedeni de başka güçler bölgeye hâkim olmadan bölgeye hâkim olmaktır. Bu da ön saldırıdır.

 

Ön Savunma Doktrini, Tehdit Karşısında Tehdit Stratejisi

 

Direniş cephesinin ön saldırı doktrinine cevabı infiali (reaksiyoner) bir cevap değildir. Zira bu cephenin taraftarları için şöyle bir strateji belirlenmiştir. “Evinde oturup düşmanlarla savaşanlar dışında hiç kimse zelil olmaz.” (İmam Ali a.s)

 

Bu öğretilerden ötürü İslam Devrimi tehdit zeminlerini ortadan kaldırmak ve eyleme dönüşmeden önce olgunlaşmamış tehditlerin önünü almak amacıyla ön savunma doktrinini benimsemiştir. Ön savunma doktrini İran İslam Cumhuriyeti tarafından ilk günden itibaren stratejik bir yöntem olarak kabul gördü. İslam Devrimi Filistin, Lübnan ve Şam bölgesinde düşman Siyonistlere karşı işgal edilmiş İslam topraklarında ön savunma stratejisine göre hareket etti ve milli güvenliği hususundaki tehditleri bertaraf etmekle beraber küresel anlamda Siyonizm’e karşı güç dengesi oluşturmayı başardı. Bu çabalar o kadar etkili oldu ki bölgeye hâkim düşmanı kendi sınırları içinde yok etmeyi başardı. Nitekim yıllarca süren baskılardan sonra farklı bölgelerde İslami uyanış adıyla bu stratejinin bereketleri görülmeye başladı.

Bundan sonra direniş cephesi bu kaide esasınca tehdide karşı tehdit stratejisi ile yıllarca ön savaş ile katliamlar yapan düşmanla savaşmak için meydana inecektir.

 

Savaş Meydanının Durumu

 

İmam Hamenei ve onun direnişçi taraftarları Bedir ve Hayber zaferlerinin lezzetini dillendirmektedir. Obama ise perişan bir halde eski süper güç jestini korumaya çalışarak ön savaş çerçevesinde coğrafi konum olarak sınırlarının binlerce kilometre ötesindeki bir yer için görev belirlemek istemektedir. O, Hürmüz Boğazı’nın Amerika’nın kırmızıçizgisi olduğunu söylemekte ve bunun kapatılmasının savaş nedeni olduğu ilan etmektedir. Keza her gün ambargolarını biraz daha sıkılaştırarak İran’ı savaşla tehdit etmektedir.

 

Şu soruyu sormamız yerinde olsa gerek; acaba danışmanları sömürge imparatorluğunun varisi Obama’ya kendisi ve ülkesi için doğru kararlar alması için gerekli önerilerde bulunuyorlar mı? Acaba Amerika’nın gücünün yetmediği durumlarla karşı karşıya kaldığını görmüyorlar mı? Her halde cevap hayırdır. Çünkü Obama bunları bilmiş olsaydı çocukça ve tehlikeli hareketler yapmaz ve durumunu göz önünde bulundurarak Devrim Önderine başka bir mektup yazmak için acele ederdi.

 

1- Sayın Obama! Küresel Siyonizm, Hürmüz Boğazı’nın İran sınırları içinde olduğunu ve İran’dan binlerce kilometre uzaklıkta olmadığını bilmelidir. Acaba kendisi için yoktan stratejik güç kaynakları yaratan ve Akdeniz’den Latin Amerika’ya kadar sınırlarının binlerce kilometre ötesinde düşmanını küresel cephede yenilgiye uğratan bir medeniyeti sınırları içinde tehdit etmek gülünç değil midir?

2- Acaba onlar Birleşik Devletler Barış Enstitüsü’nün Ocak 2012’de yayınladığı verileri hatırlamıyorlar mı?

    Hürmüz Boğazı dünyanın en önemli geçiş noktalarından biridir. Buradan 2011’de günde 17 milyon varil petrol ve 2009–2010 yılları arasında da günlük 15,5-16 milyon varil petrol transiti yapılmıştır.

    2011’de yükü petrol olan günde ortalama 14 tanker Hürmüz Boğazı’ndan geçmiştir ve bu oranda da petrol almak için boş tankerler gelmiştir. Hürmüz boğazından ihraç edilen ham petrolün % 85’i Japonya, Hindistan, Güney Kore ve Çin olmak üzere Asya ülkelerine ihraç edilmiştir.

    Hürmüz boğazının en dar yeri 21 mildir. Ancak gemilerin geçiş alanlarının genişliği iki taraftan da sadece 2 mil olup 2 milli bir tampon bölge ile birbirlerinden ayrılmaktadır. Tabiî dünya petrolünün üçte ikisinin 150.000 tonluk tanker gemilerle taşındığını hatırlatmamız gerekiyor.

    Buna alternatif yollardan biri Doğu-Batı transfer boru hattı olarak bilinen 745 millik hattır. Bu boru hattı Arabistan’daki Ebucks petrol sahasından Kızıldeniz’e uzanır. Doğu-Batı boru hattı günde yaklaşık 5 milyon varil nominal kapasiteye sahiptir. Ebuck’un sıvılaştırılmış doğal gaz transfer hattı Yanbu petrol boru hattına paralel olarak Kızıldeniz’e doğru uzanmış olup günde 290.000 varil kapasiteye sahiptir.

     Ham petrol fazlalığı kuzeye yani Irak-Türkiye boru hattı ile Akdeniz’de Ceyhan Limanı’na pompalanabilir. Ancak Irak’ın kuzey ve güneyini birbirine bağlayan stratejik boru hattının sorunları yüzünden petrol transferinin hacminde azalma olmuştur.

    Birleşik Arap Emirliği günde 1,5 milyon varil kapasiteye sahip Ebu Zebi boru hattını tamamlamak üzeredir. Bu hat, Ebu Zebi’den geçerek Hürmüz Boğazı’nın güneyinde Fujairah Limanı’na ulaşmaktadır. Alternatif yollar arasında günde 1,65 milyon varil kapasiteye sahip olup Arabistan’dan geçen Irak’ın faal olmayan boru hattını da zikredebiliriz. Faal olmayan bir diğer boru hattı da Ebucks petrol sahasından Lübnan’a kadar uzayan ve günde 0,5 milyon varil kapasiteye sahip Tapline boru hattıdır.

 

3- Amerika\'nın Massachusetts Enstitüsü’nün raporlarına göre İran petrolünün yokluğu durumunda bu boşluğu kısmen ancak Arabistan karşılayabilir. Tabii bu da ancak Arabistan’ın en yüksek üretim seviyesi olan günde 11,8 milyon varil petrol istihsali ihtimali ile mümkündür. Lakin bu seviyedeki bir üretim bile meydana gelen boşluğu dolduramayacak ve geriye günde 2,4 milyon varil petrol eksikliği olacaktır.

4- Siyonistler ön saldırı ile bölge hâkimiyeti peşindedirler ve istediği şeyi elde etmeleri durumunda bütün dünya güçlerini kontrol etme gücüne sahip olacaklardır. Acaba Siyonistler göklerde aradıkları bu şeyin şu anda İran’ın elinde olduğunu bilmiyorlar mı? Acaba bunun ne anlama geldiğini biliyorlar mı?

 

5- Dünyanın soluk borusu, yani Hürmüz Boğazı’nın kontrolünün sağlanmasında sadece, 20’den fazla gemisi, savaş uçakları ve denizde 15.000 personeli ile sahilde 1000 destek görevlisi olan Amerika Birleşik Devletleri Donanmasının beşinci filosu sorun çıkarabilir. Tabii bu, İran’ın bugüne oranla zayıf olduğu 2002 yılında gerçekleştirdiği bir savaş oyununda savaşın Siyonistler için bir trajedi olacağı ve çatışmanın ilk 24 saati içinde İsrail’in bütün askeri potansiyelini kaybedeceği iddiasında bulunan Global Araştırmalar Merkezi’nin bir analizidir.

 

6-  Dünya Stratejik Araştırmalar Merkezi\'nde yapılan askeri dengeler ve savaş oyunları şu anda çatışmanın koşullarını ve kaderini değiştirecek hiçbir bileşenin mevcut olmadığını göstermektedir. Büyük bir ihtimalle kontrolü sağlamak amacıyla, istenmesi durumunda Hürmüz Boğazı her zaman için kapanacaktır. Ne yazık ki, bu kısa yazıda iki tarafın çatışma senaryolarını inceleme imkânımız yoktur. Bu nedenle konuyu başka makalelerde incelemeye çalışacağız. Ancak bu konuyu merak edenler internetteki birçok Batılı kaynaktan yararlanabilirler. Devrim önderi tarafından yapılan, içinde bulunduğumuz durumun İslam’ın ilk dönemlerindeki konumumuzla kıyaslandığı beyanı yerinde bir açıklamadır. Zira bugünkü vaziyetimiz gerçekten Bedir ve Hayber Müslümanlarının konumlarına benzemektedir. Bu, bize kâfirlerin tecavüzleri karşısında stratejik Bedir kuyularına hâkim olan ve yakında büyük ve tatlı zaferlerin olacağı müjdesini veren Allah Resulü’nü (s.a.a)’ hatırlatmaktadır.

 

Biz de Bedir kuyularının başında kâfirleri bekliyoruz.

 

Ön Savunma, Ön Savaş

 

Direniş cephesinin ön savunması ve bir taraftan Siyonistlerin ön savaşı zaman ve mekân başta olmak üzere farklı boyutlarda çatışma ortamı yaratmıştır. Daha önceden de belirtildiği üzere bu husustaki savaş senaryolarını açıklamak bu yazımızın konusu değildir. Eğer bunu var olan durumla keza yukarıda saydıklarımız noktalarla sınırlayacak olursak savaş senaryolarından bazıları bilinecektir.

 

Savaş senaryolarının asıl nedeni düşmanın hareketleridir. Obama İran ile girişeceği zorlu bir savaşın risk ve masraflarını göz önünde bulundurduğu için çatışmadan kaçınmış ve ön saldırı çerçevesinde İslam Devrimi’nin siyasal yapısını,  İslam Cumhuriyeti’nin nükleer santral hususundaki tutumunu ve Siyonistlere karşı takındığı politikalarını değiştirmek amacıyla bazı seçeneklere başvurmuştur ki bunlar şunlardan ibarettir:

 

-          İranlıların aşamalı ölümü: bu senaryonun faraziyesi şudur; eğer biz bu kadar güçlü olan bir düşmanı yenemiyorsak kendisi için zorunlu olan ihtiyaçlarının karşılamasını engelleyerek aşamalı bir şekilde ölümüne neden olabiliriz. Bu düşünceye binaen mali ve petrol ambargoları gibi çok boyutlu sınırlamalar daha da şiddetli kılınmıştır ve bu da İslam Devrimi’nin boğazını sıkarak hayat alanını daraltmıştır. İslam Cumhuriyeti devrimin hedeflerine bağlı kaldığı sürece bunlar devam edecektir. Ama eğer İslam Cumhuriyeti bu ambargolardan ötürü geri adım atarsa Batılılar ilk aşamada müzakerelere başlayacak ardından da bazı imtiyazlar isteyeceklerdir. Bu stratejinin ereksel nedeni ile sistemi istikrarsızlaştırma stratejisinin terkibi, sistemi teslim almaktır. İçinde bulunduğumuz şartlardan ötürü müzakere talebinde bulunanların bunu göz önünde bulundurmaları gerekir.

 

-          Bilgi ve enformasyon operasyonları: Bu seçenek de askeri şıkkın imkânsızlığından ötürü aceleyle ve mantıksız bir şekilde Siyonistler tarafından gündeme getirilmiştir. Bunun sonuçlarını Siyonist cephenin istihbarat kurumları tarafında peş peşe medya organlarına servis edilen bilgi eksikliğinde görebiliriz. Tabiî bu alanda yapılan çalışmalardaki kazanımlarından da gafil olmamak gerekir. Bu hususta dikkatleri celbeden nokta; suikast, 2009 fitnesinde olduğu gibi yumuşak operasyonlardan yararlanma, İran’ın ilmi gelişimlerini sekteye uğratma, ekonomide istikrarsızlık gibi çok yönlü operasyonların gerçekleştirilmesidir ki bunun etkileri diğer parçalarla birleştirildiğinde daha iyi bir şekilde görülecektir.  

Küresel Siyonizm’in mevcut şartlar çerçevesinde İslam Devrimi’ne karşı stratejik hareketlerinin hedefinin; tamamen ortadan kaldırıncaya kadar iç ve dış baskıları artırarak devrimin hayat sistemlerini işlevsiz hale getirmek olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim Amerika ülke içinde oluşmasını umduğunu buhran seviyesini gerginlikten çatışmaya çıkartmaya ve ardından da bu buhranı siyasi ve ekonomik alanlara yaymaya çalışacaktır.

 

 Buhranı yönetmek ve bunun stratejik kontrolü için Siyonist güçler kendileri için her hangi bir faydanın olmadığı ve hatta faciayla sonuçlanacak alana yani askeri sahaya girmekten kaçınacak ve bu alan hazır olacağı güne kadar ülke içindeki buhranların -gerginlikten çatışmaya doğru- boylamsal seviyesini artıracaktır. Devrimi bu aşamalı ölüm ve hayat kaynaklarının bağlanması karşısında zorlu çatışmaya girmesini engelleyen ve askeri çatışmaya girmekten alıkoyan şey; küresel Siyonizm’in psikolojik saldırıları ve planlı bir şekilde yapılan daimi askeri tehditleridir. İşte tam burada Kissinger’in savaş davullarının çalınması hakkındaki beyanının nedenlerini anlayabiliriz. Siyonistler İslam Devrimi’ni savaş korkusu ve hayali tehditlerle hapsetmek istemekteler. Hâlbuki İslam Devrimi düşmanı yenmek için gerekli bütün vesilelere sahiptir ve Siyonistlerin, kendisi için öngörülen aşamalı ölümü bekleyeceğini düşünmeleri kuruntudan başka bir şey değildir. Velhasıl Siyonistlerin yapmak istedikleri şey; savaş olmadan zafer kazanmak ve İran üzerinde stratejik kontrol sağlamaktır.

 

Senaryonun son noktası ise ümmetin rehberinin tepkileridir. Ümmetin Rehberi düşman hareketlerinin gayesini iyi bildiği için birkaç boyutlu bir strateji ile düşmana saldırdı.

 

 İslam Devrimi ön savunma stratejisi çerçevesinde Avrupalıların göz önünde bulundurdukları petrol ambargolarının zamanı gelmeden kendisi onlara petrol ambargosu uygulama yönüne gitti. Keza farklı kanallar açarak ambargoları etkisiz kıldı ve ülkenin ekonomik gelişimini sürdürdü. Ön savunma stratejisi çerçevesinde tehdit karşısında tehdit olgusuyla düşmanın ön saldırıları karşısında direnerek Siyonistlerin hayal âleminde meydana getirdikleri zindanları yıktı. Böylece tepki zeminlerini oluşturarak elindeki fırsatlardan yararlanmaya ve buhranı yönetmeye başladı.

Ümmetin Rehberi, Siyonistlerin yaptıkları propagandaların aksine askeri operasyonu düşünemeyecek kadar zayıf oldukları gerçeğini göz önünde bulundurarak İran’ın etrafını saran siyasi, ekonomik ve güvenlikle ilgili baskıları yıkmak amacıyla tehdit karşısında tehdit stratejisi ile siyasi ve ekonomik alanlarda düşmanlardan imtiyazlar koparmaya çalışmaktadır. Bir taraftan da İran’ın sahip olduğu potansiyeller Ümmetin Rehberi’ne stratejik etkili kontrol ile düşmanın tehditlerine ve imtiyaz alma istemlerine karşı koyma imkânı vermiştir ki bu da devrimden sonra İran’ın asıl stratejisi olmuştur. İslam Devrimi’nin düşmana karşı stratejik kontrol seçenekleri şunlardır:

 

Dünyadaki enerji ihtiyacındaki arz ve talebin dengesini düzenlemek: Eğer bir veya birkaç devlet İran petrolüne ambargo koyar ve pazarın ihtiyaç duyduğu petrol boşluğunu da doldurursa İran’ın, her gün Hürmüz Boğazı’ndan geçen 14 tankerin sayımında yanlışlık yapması olasıdır. Tabiî boğazda geçen tankerlerin güvenliğinin İran’a ait olduğu göz önünde bulundurulursa bunun uzak bir ihtimal olmadığı görülecektir. İran’ın Hürmüz Boğazı’nda geçecek olan tankerlerin sayımında her gün yanlış yapması tek başına savaşı engelleyen bir durumdur. Bu sayım yanlışlığı karşısında sayım işini üstlenmek isteyen güçler ancak krizi askeri alana yayabilir ki bu da bütün stratejistlerin dillendirdikleri, durumun kontrolden çıkması demektir.

 

Bölge petrol transferinin boru hatları kapasitesinin toplamı göz önünde bulundurulduğu zaman her hangi bir gücün yanlış yapması durumunda dünyanın, maliyeti yüksek bir durumla karşı karşıya kalacağı açıktır. Bu durumda her gün Hürmüz Boğazı’ndan geçen 15,5–16 milyon varil petrolün başka bölgelerdeki faal ve faal olmayan boru hatlarından geçişinin sağlanması gerekir ki bu durumda dünya ülkeleri 8-10 milyon varil petrol eksikliğiyle karşı karşıya kalacaktır. Tabii bu da petrolün geçebileceği bütün boğazların ve uluslararası suların güvenli olması ve hiçbir sorun yaşanmadan dünya pazarlarına ulaşmasına bağlıdır.

 

Hâlbuki bugün hiç kimse petrol üretim ve arıtım tesisleri ile petrolün transferi için işbirliği yapabileceği ülkelerin ambargoya maruz kalmamasını ve sorunlarla karşılaşmayacağını tazmin etmemektedir.

 

Eğer İran İslam Cumhuriyeti bugüne kadar ambargolara karşı her hangi bir tepkide bulunmamışsa bunun maliyetini ve faydasını hesapladığı içindir. Bugüne kadar bu ambargolar sadece bazı malların fiyatlarının artmasına neden olmuştur. Yoksa stratejik mallar hususunda İslam Devrimi 33 yıldır ambargo altındadır. Petrol ambargosu konusunda da biz kendimiz ambargonun birinci kısmını, yani Avrupa’nın ambargolarını sevinçle karşılarız. Ancak krizlerle boğuşan Batı medeniyeti için direniş cephesinin zarar ve faydalarını hesaplayarak tehditlerini pratiğe dönüştürmesi büyük bir tehlikedir, onların bunu bilmesi gerekir.

 

Dolayısıyla İslam Devrimi dünya ekonomisi için tankerlerin sayımını ve güvenli geçişlerini tazmin ettiği gibi dünya da İran petrolünün satış ve transferini tazmin etmelidir.

 

Milyonlarca İranlının devrim yıldönümünde sahneye çıkarak Ümmetin Rehberi’nin arkasında hareket etmeye hazır olduğunu göstermesi dost ve düşman herkesi şaşırttı. Onlar Obama’ya, bu tankerlerin geçişine odaklanacağına bunu İran’a bırakması ve İran’ın nükleer dosyası hususunda halkı yanılgıya düşürerek İmam’ın şahadete âşık askerlerini tehdit edeceğine Batı ekonomisini düzeltmekle uğraşması mesajını verdiler. Belki de bu sayede başkanlık seçimleri arifesinde kendisi için bir kurtuluş yolu da bulmuş olur. 

 
Mashreghnews.ir’de yayınlanan bu analiz Sedat Baran tarafından medyasafak için çevrildi.