"Bölünme Hikaye: ÖSO ve Yüksek Askeri Konsey, El Kaide'yi Destekliyor"

"Bölünme Hikaye: ÖSO ve Yüksek Askeri Konsey, El Kaide'yi Destekliyor"
"Kısaca söylemek gerekirse, ÖSO olarak tanımlanan kişiler Suriye içinde hiçbir değer taşımıyor ve sahada savaşan bol miktardaki milis gücü arasında hiçbir otoriteye sahip değil."

Suriye “muhalefeti” içinde bölünmeler mi? ÖSO ve Yüksek Askeri Konsey, El Kaideci teröristleri destekliyor

 

Phil Greaves

 

Global Research

 

Ana akım medyadaki son haberler, Suriye'deki muhalif militanların çeşitli kampları arasında bölünmelerin oluştuğu yönündeki teoriyi destekliyor. Aynı zamanda “ÖSO”ya bağlı sözde “ılımlı” isyancı güçler – ki aslında Suriye içinde otonomisi olmayan küçük bir sığınmacılar grubu dışında böyle bir şey mevcut değil – ile El Kaide bağlantılı El Nusra Cephesi (JaN) veya Irak ve Şam İslam Devleti (ISIS) arasındaki ihtilafları vurguluyor ve onların yanında savaşan daha büyük Selefi tugayları, en başta da Ahrar el-Şam (SIF) örgütünü aklıyor.

 

Bu varsayılan bölünmeleri anlamak için, “ÖSO” veya “Yüksek Askeri Konsey”in tam olarak neyden oluştuğunu anlamak temel önemdedir. Kısaca söylemek gerekirse, bu Batı destekli ekipler ve onları taşıyan, sıklıkla “sözcü” olarak tanımlanan kişiler Suriye içinde hiçbir değer taşımıyor ve sahada savaşan bol miktardaki milis gücü arasında hiçbir otoriteye sahip değil. Suriye krizinin ilk gününden itibaren durum buydu. “ÖSO”, Batı ve KİK tarafından, bir “ılımlı” yüz oluşturmak ve sahte bir “özgürlük ve demokrasi için savaşan militanlar” imajı yaratmak için geriye dönük olarak oluşturulan bir halkla ilişkiler marifetiydi. Gerçekte “ÖSO”, dış güçlerin kendi istedikleri kullanımı gerçekleştirmek ve gerçek kimliklerini, yani Batı'nın hukuk standartlarına göre “terörist” kimliklerini maskelemek amacıyla, çoğu kez aşırıcıların liderlik ettiği dağınık militan gruplarının arkasında durmalarını sağlayan bir markalamadır.
 

Medya “ÖSO”dan bahsettiği zaman bu en iyi ihtimalle tembel gazetecilik, en kötü ihtimalle okuyucuyu yönlendirme amaçlı ikiyüzlülüktür – buna propaganda da denir. Oysa “ÖSO”, yahut “Yüksek Askeri Konsey” (“YAK”) medya sayesinde yeni bir yaşam soluğu kazanmış gibi görünüyor. Dahası General Selim İdris, yabancı güçleri isyancılara, yani İdris'in veya “YAK” yahut “ÖSO” içindeki başka bir komutanın üzerinde herhangi bir kontrolünün bulunmadığı isyancılara yönelik askeri yardımı arttırmaya ikna etme amaçlı son medya kampanyalarının (şanlı barış savunucusu John McCain ile fotoğraf çektirmeleri dâhil) en önünde yer aldı. Mayıs ayı başlarında ABD ve KİK üyesi ortaklarının (şimdi tahtı bırakan Katar Emiri'ni çıkarabiliriz) kamuoyuna ve dolaylı yoldan destekledikleri militanlar arasındaki radikallerin “artan” etkisi hakkında kaygılarını ifade eden Avrupalı ve Amerikalı Parlamento ve Kongre üyelerine hoş görünecek, kendi kontrolleri altındaki yeni bir “ılımlı” güç yaratmak amacıyla kendilerinin kışkırttığı, desteklediği ve silahlandırdığı militanları marjinalleştirmeye çalıştığı yönündeki  teorimi ortaya koymuştum.   

 

Bölünmeleri teşvik etme yönündeki son girişimler, bu “yeniden markalama” politikasının parçası olarak görülebilir. “İsyancılar El Kaide saldırısının savaş anlamına geldiğini söylerken, Suriye içinde yeni cephe açılıyor” başlıklı bir Reuters haberinden,  Yüksek Askeri Konsey üyesi bir “komutan”ın ISIS emiri Şeyh Ebu Bekir el-Bağdadi tarafından öldürüldüğünü öğreniyoruz. Bunun doğru olup olmadığını da zaman içinde göreceğiz; pek çok önde gelen analist bu haber hakkında şüphelerini ifade etti ve Bağdadi ile onu takip eden Irak ve Şam İslam Devleti militanlarını marjinalize etmek amacıyla ÖSO adına yapılmış bir psikolojik harekât olabileceğini iddia etti.

 

Bu yapay bölünmeler, El Kaide'nin El Nusra Cephesi diye de bilinen Suriye kanadı ile, El Kaide'nin Irak İslam Devleti (ISI) diye de bilinen Irak kanadı arasındaki varsayılan “bölünme” hakkındaki son haberlerin ve son analizlerin izlerini taşıyor. ISI Emiri Bağdadi, geriye dönük olarak bu gruplar arasında ”birleşme”yi ilan ettiği ve milislerinin şimdi Irak ve Şam İslam Devleti olarak anılması gerektiğini söylediği zaman, kendisiyle El Nusra Cephesi emiri Ebu Muhammed el Colani arasında bir ağız dalaşı patlak vermişti. Bunun arkasından ihtilafa ilişkin abartılı miktarda analiz ve haberler birbirini izledi ve o günden beri de aynı şekilde devam etti. Bir kez daha söylemek gerekirse, sahada ISI ve JaN arasında yaşanan gerçek bölünmeler asgari düzeydeydi ve taktik yahut ideolojik işbirliğini ve yakınlığı etkilemedi.

 

Hem taktik hem de ideolojik anlamda ISI ve JaN bir ve aynıdır ve Suriye'nin muhtemel geleceği hakkındaki fikirleri arasında hafif farklar vardır; fakat çok daha önemlisi taktik ilişkiler ve çekirdek ideolojiler halen el değmemiş ve birleşik haldedir. Dahası JaN, ISI'nin finansmanı ve lojistik işbirliğiyle kurulmuştur. Bu grupların ayrı olduğunu iddia eden gazeteciler ve analistler, karşılıklı ideolojilerini anlamıyorlar, yahut kasıtlı olarak gündemi yanlış yere yönlendiriyorlar – bu gündem ISI'yi “kötü isyancılar” olarak vurguluyor gibi görünüyor ve bunun amacı, ağırlıklı olarak yabancıların değil Suriyelilerin yönettiği, bu yüzden de “kalpleri ve zihinleri” kazanması daha muhtemel olan JaN liderliği altındaki “iyi isyancı”ların YAK komutası altındaki “ılımlı” tugaylara katılması için alan açmak olabilir.  
 

Reuters haberinin ilk paragrafı, “ÖSO”nun “İslamcılar”dan daha büyük bir gücü temsil ettiği yönündeki sahte anlatıyı destekliyor:

Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile, daha küçük ama daha etkili güçlerinin, demokrasi yanlısı protestoların bir ayaklanmaya dönüşmesinden iki yıldan daha uzun bir zaman sonra Kuzey Suriye'de isyancıların elindeki bölgelerin büyük kısmını kontrol eden İslamcılar arasındaki rekabet büyüyor.

 

Reuters'a göre “ÖSO”dan daha küçük bir güç olan varsayılan “İslamcılar”ın Batı destekli ılımlılardan daha fazla bölgeyi elinde bulundurmasının nasıl mümkün olabileceği merak edilebilir. Bir kez daha Reuters, Suriye içinde savaşan “isyancı”ların çoğunluğunun “ÖSO” veya “Yüksek Askeri Konsey” komutası altındaki ılımlı laikler olduğu imajını yaratmak için okuyucularına sahte bir anlatı sunuyor. Gerçeklik şu ki, kendi ülkelerine dair biraz farklı fikirleriyle birlikte Irak El Kaidesi ile bir ve aynı olan El Nusra Cephesi, şemsiye grubu Suriye İslam Cephesi (SIF) içinde faaliyet yürüten Ahrar el Şam gibi daha popülist ve sayıca daha büyük olan Selefi milislerle birlikte, Suriye'deki muhalif savaşçıların büyük çoğunluğunu oluşturuyor. Bu grupların yakın bağları bulunuyor ve uzmanlık, deneyim ve coğrafi gereksinimlere göre aralarında sık sık savaşçı değişimi olması muhtemel. Başından bu yana lojistik ve paramiliter operasyonlarda yakın işbirliği içinde oldular.
 

Suriye'de varsayılan “laik” muhalefet güçleri, “ÖSO” komutası altında veya başka bir yerde bulunmuyor. Geleceğin Suriyesi için kapsayıcı ve ılımlı fikirlere sahip küçük gruplar var. Bu grupların çoğu, suçlar, iç kavgalar ve finansman yokluğu arasında başıboş kaldı. Bu, hayal kırıklığına uğramış savaşçılara, daha iyi örgütlenmiş ve daha iyi finanse edilen Selefi tugaylara katılma seçeneği bıraktı bu gruplar düzenli olarak Körfez'deki devletlerden ve devlet olmayan aktörlerden finansman ve silah aldı.

 

Reuters'da alıntılanan “ÖSO” komutanı şunu iddia ediyor: “sahayı onlardan temizleyeceğiz”. Bu sözlerle Bağdadi ve onunla aynı ideolojiyi paylaşanların, yahut Reuters'ın kullandığı sıfatla “İslamcıların” kastedildiği varsayılabilir. Bir kez daha bizden, ÖSO'nun en etkili faal muhalefet gruplarından birinin lideri bir yana, Suriye içindeki herkesi askeri açıdan vurabileceği teorisini kabul etmemiz bekleniyor. Tam bu anda, savaşan bir güç olarak “ÖSO”, başlangıçtan beri en zayıf halde olabilir. Son haberler, Suriye'de hükümete karşı savaşan 6 bin civarında yabancı militan olduğunu ileri sürdü. Yabancıların büyük çoğunluğunun, yukarıda bahsedilen nedenlerden ötürü ISIS gibi daha radikal yapılara katılmış olması muhtemeldir, ancak bu durum aynı zamanda çatışmaya taşınan açık mezhepçi ton ve Yusuf Karadavi gibi etkili din adamlarının bölgenin Sünni topluluğuna yaptığı Suriye devletine karşı “cihad” çağrısıyla da açıklanabilir.
 

Son siyasi gelişmeler ayrıca Suriye muhalefetinin “yeniden markalanmasına” ışık uttu. Katar Emiri'nin beklenmedik bir şekilde – oğlu tarafından doldurulmak üzere – tahttan ayrılması  Katar'ın Suriye ayaklanmasını yönetmedeki başarısızlıklarının bir göstergesi olabilir. Suudi Arabistan'a “Suriye dosyası”nın verildiğini herkes biliyor. Bu, “dosyaların” hangi devlet aktörü tarafından dağıtıldığını uygun şekilde örtbas edebilen Batılı analistler tarafından ironisiz bir şekilde betimlenen bir gerçek – bu devlet “Anne” olabilir mi? Sopanın bu şekilde devredilmesi, SUK Başbakanı Ghassan Hitto'nun – Müslüman Kardeşler'in SUK üzerindeki etkisini sağlamlaştırmak amacıyla Katar tarafından seçilen bir Müslüman Kardeşler üyesi – ayrılmasıyla pekişti. Hitto'nun yerini, Suudi monarşisiyle yakın bağları olan etkili bir aşiret figürü olan Ahmed el-Carba aldı.

 

Suriye'de sahadan gelen haberler aynı zamanda isyancılara giden silah akışının – mühimmat gibi temel olanlar dahil – hemen hemen duraklama noktasına geldiğini belirtiyor. Ve pek çok isyancı komutan, söz verilen ABD silahlarının gelmemesi nedeniyle hayal kırıklıklarını ifade etti. ABD Kongresi'ndeki son gelişmeler de Obama'ya aradığı arka kapıyı verdi, en azından eldeki görevi yerine getirecek daha uygun bir savaşçı güç oluşuncaya kadar – eğer böyle bir güç oluşursa – daha fazla zaman kazanabilmesi için. Doğrudan ABD silah desteği – veya net olmak gerekirse, silah tedariki için resmi finansman – yönetim hangi isyancı grupları silahlandırmak istediğini ve yaklaşık iki yıldır devam eden isyancılara örtülü silah desteği politikasını meşru kılmak için yürütülen nafile çabalardan sonra kan ve yıkımdan başka hiçbir şey elde edilmemişken yönetimin tam olarak ne elde etmeye çalıştığı belirleyinceye kadar Kongre tarafından bloke edildi – bu kan ve yıkımın planın kendisi olduğunu söylemek gülünç olurdu değil mi? Bölgedeki ABD müttefikleri şüphesiz ki bir ölçüde, Suriye'deki yıkıcı politikalarıyla ilgili olarak kendi amaçları doğrultusunda çalışacaklardır.

 

Suudi monarşisi isyanı kendi kontrolüne alma yönündeki çabalarını yenilerken, Rusya'nın Suriye'ye olan ısrarlı desteği ve aşırıcıların hâkim olduğu isyancıların desteklenmesine karşı gelişen devasa kamuoyu fikriyle birlikte, sahadan Suriye ordusunun stratejik zaferlerle isyanı köşeye sıkıştırdığı haberleri geliyor. Humus düşen en son “isyancı kalesi” olmak üzereyken isyancılar bu sabah başka bir “taktik geri çekilme”yi ilan etti.

 

Hükümet kontrolündeki Batı Halep'te isyancıların 2 milyon sivile yönelik kuşatmasının – ki bu Batılı “diplomatların” müdahale etme, hatta sözünü etme konusunda isteksiz olduğu bir savaş suçudur – Suriye ordusunun bir sonraki önceliği olacağı düşünülebilir. Suudiler yeni kuklaları el-Carba üzerinden devasa bir “oyun değiştirici” silah akışı sözü verdi, ancak büyük bir askeri donanım akışı ve bunları kullanacak eğitimli savaşçılar olmadan, çatışmanın yönü Suriye ordusunun lehine kalmaya devam edecek gibi görünüyor. İsyanı destekleyen çeşitli aktörlerin kısa vadede bu gidişatı değiştirmek için ne yapacaklarını bekleyip görmek gerekiyor. Suriye çatışmasının önümüzdeki yıllarda sürüp gitmesiyle hedeflerine hizmet edilecek en az üç ilgili ve güçlü taraf var; ancak bunların hiç birisinin mutlaka Esad'ın düştüğünü görmek istediği söylenemez.

 

Çev: Selim Sezer

 

medyasafak.com