Sibel Edmonds: Bir ifşaatçının susturulması, Gladio B ve IŞİD’in kökenleri

Sibel Edmonds: Bir ifşaatçının susturulması, Gladio B ve IŞİD’in kökenleri
2011 yılında, Suriye manşetlere taşınmadan aylar önce – Suriye’yle ilgili her şey New York Times, Washington Post ve CNN’de yer almazken – ABD ordusundaki ve Türkiye’deki kaynaklarım temelinde, Türkiye’nin güneyinde, Suriye sınırına çok yakın olan bir NATO üssünde özel CIA/NATO birimlerinin Kuzey Suriye’den insanları istihdam edip buradaki, Türkiye’nin güneyindeki ABD hava üssünün parçası olan kamplara getirdiğine dair bir haber yazdık.

 

 

 

Global Research

 

 

Global Research Haber Saati'nin sezon açılışında, sonradan ifşaatçı olmuş eski FBI dil uzmanı Sibel Edmonds'la bir saat geçirdik.

 

Bayan Edmonds, 11 Eylül saldırılarını izleyen haftalarda FBI için çalışmaya gitmişti.  Devlet kuruluşunda çalışırken, yabancı ülke vatandaşlarının ve üst düzey ABD'li yetkililerin de içinde olduğu süregiden kanunsuz operasyonları fark etti. Bu ifşaatları kamuyouna taşımak istediği zaman kendisine susması söylendi ve en sonunda teşkilattan kovuldu.

 

Edmonds, FBI'ın 11 Eylül'ü önceden bildiğine dair örnekler aktardı. Örneğin uzun süre iki FBI ajanına bilgi taşıyan bir muhabir ve bir çevirmenin, birkaç ay içinde ABD şehirlerinde uçaklarla bir terörist saldırı düzenleneceği bilgisini verdiğinin açığa çıkarılması bunlardan biriydi. Bu bilgi Washington saha ofisindeki terörle mücadeleden sorumlu özel ajana götürüldüğünde hiçbir eyleme girişilmedi ve 11 Eylül sonrasında söz konusu ajanlara ve çevirmene mesele hakkında sessiz kalmaları söylendi.

 

Bu hafta, Global Research Haber Saati'ne katkı yapan Jonathan Wilson tarafından yapılan röportajda Edmonds, nasıl “Amerika'nın en gizli kadını” haline geldiğini, hassas bilgilerin nasıl saklandığını, selefi terörün “Gladio B” olarak yükselişini ve önümüzdeki aylarda ortaya çıkması muhtemel çatışma noktalarına dair değerlendirmelerini anlattı.  

 

Global Research: Global Research Haber Saati'nde konuğumuz, Boiling Frogs Post'un editörü ve yayıncısı, Ulusal Güvenlik İfşaatçıları Koalisyonu'nun kurucusu ve başkanı, büyük beğeni kazanan “Classified Woman: The Sibel Edmonds Story” [“Gizli Kadın, Sibel Edmonds'un hikayesi”] kitabının ve  “The Lone Gladio: A Political Spy Thriller” [“Yalnız Gladio: Bir siyasi casusun polisiye romanı”] isimli kitabın yazarı olan Sibel Edmonds. Bayan Edmonds, dört dil bilen sertifikalı bir dil uzmanı ve  George Mason Üniversitesi Kamu Politikaları bölümünden yüksek lisans derecesine, George Washington Üniversitesi Cezai Yargı ve Psikoloji alanından da lisans derecesine sahip. Kendisi aynı zamanda 2006 PEN/Newman ödüllü bir isim. Programa katıldığınız için çok teşekkürler Sibel!  

 

Sibel Edmonds: Davet ettiğiniz için ben de çok teşekkür ederim!

 

GR: Şimdi, ilk olarak… Hikayenizde bahsedilecek çok şey var ama ben ilk olarak sizin hayat hikayenizi ve sizi 11 Eylül saldırılarını izleyen günlerde bir çevirmen olarak istihdam edilmeye yönelten şeyin ne olduğunu dinlemek istiyorum.

 

SE: Elbette. Ben köken olarak Türkiyeliyim ve 1988 yılında Amerika Birleşik Devletleri'ne taşındım. Üniversiteyi burada okudum ve yüksek lisans derecemi de burada aldım, okulu bitirdiğim zaman da herhangi bir şekilde hükümet için çalışmayı düşünmüyordum. Fakat 1990'larda üniversitedeki bir ödevim için, FBI'ın çocuklara karşı işlenen suçlarla ilgili bir biriminde bir yaz stayerliği yapmak istedim. Bu noktada başvuruda bulundum, formlar doldurdum ve elbette bu formlarda benim öteki yeteneklerim, konuştuğum yabancı diller vs. ile ilgili sorular vardı.  

 

Öyle ya da böyle formu doldurup FBI'a gönderdim ve hiçbir yanıt alamadım. Yıllar geçti, 11 Eylül gerçekleşti ve 11 Eylül'den üç gün sonra FBI'ın Washington D.C.'de bulunan saha ofisinden, benden gelip terörizm ve karşı-istihbaratla ilgili acil vakalar üzerinde onlarla çalışmamı isteyen bir telefon aldıım. Çok şaşırmıştım ve hayatımın o noktasında gidip FBI'la çalışmak istemiyordum, fakat mesele için bastırdılar, hatta yalvardılar, çünkü jeo-stratejik bilgiye de, siyasi bilgiye de sahip olan yeterli dil uzmanları yoktu. Benim arka planım ise bunların hepsini sunuyordu.

 

Bu yüzden bana, “biz sizinle sözleşmeli olarak çalışmak istiyoruz, çalışma saatlerinizi kendiniz belirleyebilirsiniz, bize elinizden geleni verin, ülkemizin size ihtiyacı var Bayan Edmonds, vs vs” bile dediler. Nasıl hayır diyebilirdim ki? Bunu Ulusal Güvenlik diye adlandırılan şey için bir şeyler yapma fırsatı olarak görüyordum. Şimdi gülüyorum, çünkü bu gerçekten de gözümü açan bir deneyimdir.

 

Ama o tarihte naiftim. Burada, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki insanların çoğunluğunun inandığı ve inanmaya da devam ettiği şeylere inanıyordum. Yani, “tamam, mükemmel bir sistemimiz yok ama burada anayasa denilen harika bir şey var, denge ve denetleme ve kuvvetler ayrılığı var” düşüncesindeydim. Yüksek lisansımı da bu alanda yapmıştım (kahkaha)! Fakat ispiyonculuk yapmak benim için gözümü açan bir deneyim oldu. Bu, derin bir uykudan uyanıp bu ülkenin gerçeğini ve kamuoyuna satılan yanılsamayı görmek gibi bir şeydi.

 

GR: Size orada çalışmanız için yalvarmaları, sonra da orada bir örtü olarak gördüğünüz şeyin aleyhinde konuştuğunuz için çalıştığınız pozisyondan kovulmanız ironik bir durum. O halde, hikayenizin ayrıntılarını bilmeyen insanlar için sormak gerekirse, altı ay orada çalıştıktan sonra kovulmanıza sebep olan şey neydi?  

 

SE: Ben bunları, Classified Woman [“Gizli kadın”] kitabımda ayrıntılı olarak belgelendirdim. Ki hükümet bununla mücadele etmiş ve bu kitabı yayınlamam halinde hapse gireceğimi söylemişti. Kitaptaki her bir kelimenin gizli olduğunu, vs. söylediler. Belki buna biraz sonra gelebiliriz, bu kısa süre içinde olanları madde madde sıralayıp özetlemek çok zor.

 

Ben orada pek çok birimde çalıştım. Ülkedeki pek çok saha ofisindeki anti-terör birimlerinde, Chicago saha ofisinde, New Jersey saha ofisinde, vs. çalıştım, ama esas işim karşı-istihbarat birimindeydi; bu ise Washington DC saha ofisindeki, karşı-istihbaratla ilgili operasyonlarla ilgilinen hayli uzmanlaşmış bir birimdir ve ortak çalışma dışında başka türden suç faaliyetlerini de içerir. Buradaki “ortak” kelimesinin altını çiziyorum, bu hem ABD vatandaşları hem de yabancı bireylerin ortak çalışmasıydı, çünkü FBI'ın elinde, bölgeyle ilgili dil kapasitelerine sahip hiç analist yoktu. Türkiye'de ve Orta Asya ve Kafkaslar'daki başka ülkelerde konuşulan Türkçe'den söz ediyorum. Sonuç olarak FBI'ın Washington DC Ofisindeki bu özel birimde hem analist hem de dil uzmanı olarak çalışmaya başladım.

 

Bomba gibi bilgilerin çoğu da, anti-terör biriminde değil, burada bulunuyor: insanların çoğu bütün bu operasyonların ve faaliyetlerin anti-terör birimi altında yürütüldüğünü düşünebilir, fakat gerçekte karşı-istihbarat biriminde yürütülür ve bu birimin içinde Kongre'den, Dışişleri Bakanlığı'ndan, Pentagon'dan üst düzey Amerikalılar da vardır, bunlar ABD'de ve dünya çapında yürütülen illegal ve terörizmle bağlantılı operasyonlara ve faaliyetlere katılırlar. Bu birimden sorumlu olan FBI ajanlarının iyi niyetleri vardı ve canlarından bezmişlerdi; bunların anti-terör operasyonları olarak işlenmesini ve bu şekilde soruşturulup ele alınmasını istiyorlardı, ancak Dışişleri Bakanlığı ve CIA tarafınan engelleniyorlardı, çünkü bu operasyonlar, sözü geçen kuruluşlar tarafından, esasen de CIA ve Dışişleri Bakanlığı tarafından tasdik ediliyordu.

 

Bu yüzden de çileden çıkmaktan öteye gidemediler, fakat bilginin ne olduğu ve dosyalar açığa çıktıktan sonra – ki bunlardan bazıları 1997 yılına aitti – bu operasyonlar hem FBI tarafından, gözetim boyutuyla, hem de bu operasyonları gerçekleştiren ve FBI'ın anti-terör soruşturmalarının hedefi olan ağlar ve kişiler tarafından yürütülür hale geldi.  

 

Bu yüzden de ağzımı açıp konuşmaya karar verdim, fakat dışarı atlamadım ve bir muhabire veya gazeteciye gitmedim. Söylediğim gibi, bu işe çok naif bir insan olarak başlamıştım. Sisteme inanıyordum ve sistem, bunu üstünüze götürmenizi buyuruyordu. Eğer bu işlemezse, o zaman ilgili bakanlığa götürürsünüz. Bu yüzden de FBI dahilindeki Profesyonel Sorumluluk Ofisi'ne gittim. Oradan da direktörün ofisine gittim ve  bizzat Direktör Mueller ile görüştüm; Mueller ise temel olarak benden çenemi kapatmamı, bu işin peşinde koşmamamı istedi ve bu da beni FBI'dan çıkıp, yine hükümet içinde çaba yürütmeye sevketti. Bu yüzden de Adalet Bakanlığı'na bağlı genel müfettişin ofisine gittim, Kongre'deki, hem Senato hem de Temsilciler Meclisi'ndeki uygun komitelere, Adalet Komitesi, İstihbarat Komitesi gibi yerlere ve en sonunda da 11 Eylül Komisyonu'na gittim.

 

Yaklaşık bir buçuk yıllık hikayeyi kısaltmak gerekirse, kovulmam sonrasında sistem dahilinde çalışıyor, bu aşırı derecede ve tehlikeli derecede önemli meseleleri sözde uygun kanallar üzerinden açığa çıkarmaya çalışıyordum. Daha sonra 2002 ortaları ile sonları arasında mesele medyaya ulaştı ve on yedi ayın sonunda kovuldum, dosya da bir mahkeme dosyası haline geldi. Dosyam Yüksek Mahkeme'ye kadar gitti ve bütün bir süreç boyunca hükümet kuruluşları, yalnızca FBI değil aynı zamanda CIA ve Dışişleri Bakanlığı da müdahil oldu ve mahkemelerden, temyiz mahkemesinin, alt mahkemelerin ve daha sonra Yüksek Mahkeme'nin yargıçlarından dosyayı kapamalarını ve bu kadının gizli olduğunu söylemelerini istedi. Konuştuğum dillerin bile gizli olduğunu, doğduğum yerin, ABD'de okula gittiğim yerin, hakkımdaki her şeyin gizli olduğunu mahkemeye kabul ettirdiler. Bu da işin başka bir boyutu: Amerika Birleşik Devetleri'ndeki mahkemelerden, Federal Mahkemeler'den bahsediyorum. Bundan sonra da olay medyaya yansıdı. Sanırım, şimdi neredeyse 13 yılı bulan bu olayın yüzeysel, özet bir versiyonu bu olabilir.

 

GR: Evet, Classified Woman kitabınızda bütün ayrıntılar bulunuyor ve hakkınızdaki her şeyin gizli olduğunu söylüyorsunuz. Sizden ABD'deki en ağzı tıkalı, en gizli insan olarak bahsediliyor ve siz bu kitapla ortaya çıkıyorsunuz, bunu da kendi kendinize yayınlıyorsunuz, değil mi?  

 

SE: Evet kendi kendime yayınlamak zorunda kaldım, çünkü FBI'a götürdüğüm zaman yüzlerce bürokratik belgeyi imzalamam zorunlu kılındı. İmzalamam istenen belgelerden birinde ise gelecekte, FBI'dan ayrıldıktan uzun süre sonra emekli olsam bile kurgu dışı bir kitap yazmak için izin almak zorunda olduğum, zira FBI'dan en yüksek derecede güvenlik iznine tabi olduğum söyleniyordu. Bu güvenlik iznine tabi olma durumu sebebiyle, ister FBI'la ister CIA'le çalışıyor olun, kitap metnini herhangi bir yayıncıya, kuruluşa, editöre vs. göndermeden önce FBI'ın Adalet Özel Birimi'ne göndermeniz gerekir, buna da “yayın öncesi gözden geçirme” denilir.  

 

Bu birimde metninizi alıp, kasten veya kasıtsız olarak kitaba hassas ya da gizli olarak görülen herhangi bir şey koymuş olup olmadığınıza bakılır ve böyle bir bilgi bulurlarsa, bu bir kelime, cümle veya isim de olsa karalarlar. Size metni geri gönderirler ve bu hassas bilgileri, bu kelimeleri, cümleleri, isimleri çıkarma şansınız vardır. Ve ancak FBI'ın Adalet Özel Birimi'nin “evet, bu metinde hassas ya da gizli hiçbir şey yoktur” demesinden sonra yayınlama sürecine girebilirsiniz.

 

Ben de kendiminkini gönderdim ve kanun gereği Adalet Bakanlığı'nın otuz gün içinde metni bana geri göndermesi gerekiyordu. Altı ay bununla uğraştılar. Gidip bir avukata vekalet vermem gerekti, avukatım da metnin nerede olduğunu sordu, yasaların izin verdiği otuz günlük sürenin çoktan dolmuş olduğunu söyledi. Aşağı yukarı altı ayın ve FBI Özel Adalet Birimi'nde geçen ilave altı ayın sonunda bana resmi bir mektup göndererek, başlık da dahil olmak üzere kitabımdaki her bir kelimenin gizli ve hassas bilgi olarak görüldüğünü söylediler. Dolayısıyla da bana, yazarın adı ve kitabın başlığı da dahil olmak üzere bütün bir metin sansürlenmiş ve karalanmış halde geri gönderdiler!

 

GR: Yani epey bir…

 

SE: Bunun ne kadar gülünç olabileceğini düşünüyor musunuz? (kıkırdamalar)

 

GR: Epey bir mürekkep kullanılmış, evet.

 

SE: Kitapta babam, doğduğum yer ve çocukluğumun bir kısmı hakkında da bazı arka plan bilgiler vardı.

 

GR: Doğru!

 

 SE: Bu yüzden avukatım, bu durumun gülünç olduğunu söyleyen bir mektup kaleme aldı ve temyiz süreci başladı. “Hayır” dediler. “Bir kelimesini bile yayınlaması halinde hapse girer” dediler! “Burada yazdığı her şey gizlidir” dediler. Bütün bu mektuplar elimizde, insanlar google'dan, FBI'ın bana gönderdiği bütün mektupları bulabilir. Avukatlarım bir basın toplantısı düzenleyip bu mektuplardan söz etti. Bir kitabın baştan aşağı gizli kabul edilip sansürlenmesi bu ülkenin tarihinde olmuş bir şey değildir. Bu, Birinci Anayasa Değişiklikleri'ne aykırı bir durumdur ve gerçekten de çok Kafka'vari bir durumdur. Ve bu umurlarında bile değildi.

 

“Neyse o” dediler. Ben ise bu noktada itiraz ettim, bunun gülünç olduğunu ve karşı çıkacağımı söyledim. Meseleyi mahkemeye götürsem acaba nasıl savunacaklardı? Bunu da bu ülkedeki federal mahkemelerin gerçekte bağımsız olmadığını gördükten sonra söylüyorum.

 

Bu yüzden kitabı bazı önde gelen yayıncılara götürdüm; onlar da hiçbir koşulda bunu basamayacakalrını, çok önemli bir kitap olduğunu fakat FBI'la başlarını belaya sokmak istemediklerini ve Adalet Bakanlığı'nın ya da FBI'ın izin verdiğine dair bir belge getirmediğim müddetçe yayınlamayacaklarını söylediler.

 

Bu yüzden bu noktada kendi editörlerimi, kapak tasarımcılarımı ve son okumacılarımı tuttum. Kendi küçük yayınevimi kurdum ve aylarca kitabın hazırlıklarıyla uğraştık ve en sonunda kitabı bağımsız olarak yayınladık, sonra da hiçbir şey olmadı. Tahminimce, ifşaatçıların %99,9'unun geri adım atacağını ve yayınlayacak kadar ileri gitmeye cesaret edemeyeceğini düşünen hükümet blöf yapıyordu. Ve bence bu insanların hükümetten gelen bu denli gülünç, faşistçe yanıtlar ve ultimatom karşısında geri adım atıp teslim olmaması gerektiğinin bir göstergesidir.

 

GR: Yani sizin tek bir kelime bile söylememenizi, tek bir kelime bile yayınlamamanızı istiyorlar, ama eğer buna karşı bir adım atarlarsa herhalde bunun sizin yazdıklarınıza dair büyük bir ilgi yaratacağını düşünüyor, kimsenin bunu görmemesini temenni ediyorlar, değil mi?

 

SE: Kesinlikle! Bakın, ABD'deki ana akım medya ve yayıncılar ile hükümet kuruluşları, özellikle de CIA ve Pentagon gibi kuruluşlar arasındaki mahrem ensest ilişkiyi biliyoruz. Bu cepheleri kontrol altında tuttuklarını, yani bu kitabın kitapçılarda yaygın bir şekilde dağıtılmayacağını biliyorlardı. Ana akım medya kuruluşlarının hiçbir koşulda bu konuyla ilgili tek bir haber bile yapmayacağını biliyorlardı.

 

Bu yüzden de kitabın sönümlenip gideceği ve kimsenin onu görmeyeceği ümidiyle, kamuoyunun daha fazla dikkatini çekmemek için hiçbir şey yapmadılar. Kendi kendimize, bağımsız olarak yayınladığımız bir kitap için hayli iyi bir başarı yakaladığımızı söyleyebilirim: kitap belki, 20 binin üzerinde sattı. İlginç bir şekilde, bunların yarısının ABD dışındaki ülkelerdeki insanlar tarafından satın alındığını söylemeliyim. Birleşik Krallık, Belçika, Almanya, Danimarka gibi ülkelerden insanlar, bu satışların %50'sini gerçekleştirdi. Bunun büyük bir başarı olduğunu söyleyemem belki, ama geri dönüşler inanılmaz oldu. Ve insanlar amazon sitesinde yapılan derecelendirmeyi görebilirler. Üç yıl sonra bile kurgu dışı kitaplar arasında iyi bir derecedeydi ve yüzlerce kişiden de inceleme yazıları geldi.

 

Bu yüzden bir kez daha söylemem gerekirse, tek başına bu durum bile geri adım atmamak gerektiğinin, “evet yayıncılar buna elini sürmeyecek, ana akım medya haber yapmayacak, o yüzden şevkim kırıldı, ben bunu yapamayacağım” dememek gerektiğinin cesaret verici bir göstergesidir. Bugünün teknolojisiyle, 15-20 yıl önce yapamayacağımız şeyleri yapabilir ve bu duruma, elimizdeki bütün fırsatlarla meydan okuyabiliriz diye düşünüyorum.

 

GR: Evet, ben sizin hikayenizi 2000'lerin ortalarında duyduğumdan beri takip ediyorum ve kitabı yayınladığınızı görünce çok meraklanmıştım, çünkü bütün bu bilgilerin saklı olduğunu, devlet sırrı olduğunu biliyordum. Kitabı okuduktan sonra başkalarına da verdim ve onların da akılları başlarından gitti. İnsanlar bunu okuduğunda veya hakkında bir şeyler duyduğunda öğrenmek istiyor ama ana akım medya kanalları bunun bir hikaye olmadığını söyleyip dokunmamaya karar verdiği zaman bunları yaymak zor oluyor, değil mi?

 

 SE: Kesinlikle! Size bir örnek vereyim. İfşaatçı olayı diye bilinen Valerie Plame olayında CIA kitaba onay verdi, yayıncı da CIA'den, yayınlanmaya uygun olduğuna dair yazılı muvafakatname aldı. Demokrat Parti'den de siyasi destek aldılar. Ve bu kitaptan üç milyon dolar kazanmakla kalmayıp, üç ay boyunca CNN'de, CBS'te, Sixty Minutes'te durmadan yayına çıktılar ve hem yazılı hem de görsel tüm ana akım medya kuruluşları buna dair bolca yayın yaptı. Buradaki fark ise benim kitabıma CIA, Dışişleri Bakanlığı, FBI veya Pentagon tarafından onay verilmemesi. Benim kitabım gerçek bir ifşaatçı hikayesi, gerçek yaşamdan hareketle hazırlanmış bir ifşaatçı hikayesiydi.

 

Kitabımın bir diğer özelliği ise partici olmamasıydı. Okuyan herkes, gerçekte Demokrat Parti ile Cumhuriyetçi Parti arasında herhangi bir fark olmadığını, sistemin çekirdeğinden çürük olduğunu ve aslında aynı madalyona iki taraftan baktığınızı anlayabilir. Siz bu konumda olduğunuzda partici değilsinizdir, yani ister Obama ister Bush yönetimi olsun, aslında aynı yönetime vuruyorsunuzdur ve Demokrat Parti'nin ya da Cumhuriyetçi Parti'nin lehine tezahüratlar yapan kişiler aslında aynı çürük sistemin altında hareket ediyordur. İşte kitabımın tek başına bu özelliği bile ciddi bir engeldi.

 

Fakat uzun vadede bunun tarihi bir belge olduğunu, muhtemelen insanlar tarafından okunmaya devam edeceğini söylüyorum. Şu ana kadar okuyan insanlardan da iyi tepkiler aldık. İnsanlar belli bir gündemle, veya particilik düşüncesiyle yazılmış bir şeyler okuduğunda koku alıp bunun tamamen aldatıcı olduğunu anlayabiliyorlar. Ben kendi yaptığımdan pişmanlık duymuyorum. Başka türlü olamazdı, asla başka türlü yapamazdım.

 

Ve gerçekten de gizli olması gereken hiçbir şeyi dahil etmeme konusunda da çok titiz oldum, zira bu çok menfurca olurdu. Şöyle söyleyeyim: Bu, gerçek bir hedefe karşı bir suç soruşturması sürerken sizin mahkemeye gidip o bilgiyi oraya koymanıza ve davaya zarar vermenize benzer. Bu gerçekten de menfurca bir iş olurdu, bunu yapmadım.

 

Yayın sürecinde öğrendiğim şeylerden biri de şu oldu: elimdeki metni ön inceleme, yayına hazırlık, yayın öncesi son okuma, vs. gibi şeyler için vermem gerekse de, bir kurgu kitabı yazdığınız zaman bunlar gerekmez. Bu yüzden Classified Woman kitabını yayına hazırlarken, oturup iki yılımı da bir kurgu kitabına, gerçeğe uygun bir kurgu kitabına ayırmaya ve okuyucularımın kurgu dışı bir kitapta bahsedemeyeceğim pek çok şeyi öğrenmesini sağlamaya karar verdim. Eğer o tür şeylerden bahsetseydim hükümet beni hapse atmak için bir bahane bulurdu. Eğer Classified Woman kitabında gerçekten de gizli olması gereken şeylerden bahsetseydim de öyle olurdu.

 

Bu yüzden de Classified Woman'ın devamı olacak başka bir kitap yazmayı kararlaştırdım. Bu kitap geçen yıl, tam bir yıl önce – 11 Eylül 2014 tarihinde – yayınlandı. Kitabın ismi  Lone Gladio [“Yalnız Gladio”] ve ilk kitabımı okumuş olanlar, bu kurgu kitabında ne anlattığımı anlayacaklardır.  

 

GR: Evet! Bu tırnak içinde “kurgu”, ve “Yalnız Gladio” başlığı kulağa, “Gladio Operasyonu” veya “Gladio B”ye gönderme yapıyor gibi geliyor. Bunun anlamından biraz bahsedebilir misiniz?

 

 SE: Açıkçası bunu özetlemek pek kolay değil çünkü… bazen… Korkarım ki meseleleri fazla basitleştirmek, pek çok farklı türden yoruma sebep olabiliyor…

 

GR: Kesinlikle.

 

SE: …Fakat Gladio Operasyonu bir tür komplo terimi veya birilerinin çıkıp “ben böyle bir operasyonun olduğuna inanıyorum” diyebileceği bir şey değil. İnsanlar Gladio operasyonu hakkında google araması yapabilir ve CIA'in kendi biriminden bile bir şeyler bulabilir…

 

GR: Evet, doğru.

 

 SE: 2. Dünya Savaşı sonrasında, 1950'lerin sonlarında, CIA kurulduktan sonra, NATO kurulduktan sonra bunların ikisi birlikte dünya çapında, esasen Avrupa'da ama yanısıra Ortadoğu'da, temel olarak Sovyetler Birliği'ne ve bir ideoloji olarak komünizmin yayılmasına karşı bu örtülü paramiliter birimleri kurdu.

 

Bu yıllarda, CIA ve NATO tarafından finanse edilen, yönetilen, yönlendirilen, silahlandırılan bu paramiliter birimlerin rolü, Avrupa'da ve başka yerlerde terör eylemleri düzenlemekti. Bomba patlatmak, insanları vurmak, ne bileyim mesela bir alışveriş merkezini ateşe vermek ve arkasından komünist ağları suçlamak gibi. Bu türden yüzlerce operasyon gerçekleştirdiler. Tarihçilerin kaleme aldığı, bu terörist yanıltma eylemlerini belgeleyen birkaç tane iyi kitap var. CIA/NATO'nun paramiliter birimleri Doğu Avrupa'da, İtalya'da terör eylemleri düzenlediler ve gerçekleştirdiler, İtalya'da bu birim hayli büyüktü, fakat Pentagon'da da bir ofisi olan en büyük birimlerin olduğu ülke Türkiye'ydi, yani benim geldiğim ülke (gülmeler)! 

 

Bu tür eylemleri yapmalarının ardından, 1990-1991'de Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra operasyonların da sona ereceğini düşünürsünüz, çünkü bunlar sözde komünizme karşıydı. Ancak bu temel olarak iki süper güç arasındaki mücadeleydi, mesele sadece bir ideoloji olarak komünizmin kendisi değil, küresel hakimiyet mücadelesiydi, Bu yüzden bu birimler dağılmadı.  

 

GR: Bunun yerine bir değişikliğe gittiler: başlangıçtaki operasyondan B Operasyonu'na, Gladio Operasyonu B'ye geçtiler. Doğru mu?

 

SE: 1995-1996'dan başlayarak, bu paramiliter NATO ve CIA birimleri Orta Asya'a, Kafkaslar'da, Ortadoğu'da ve Kuzey Afrika'da aktiftiler. Radikal İslam adı altında bu paramiliter birimleri oluşturdular ve dünyanın bu kısmında terör eylemleri gerçekleştirdiler. Örneğin Gladio Operasyonu B kapsamında Çeçen ağları vardı ve bu birimler Türkiye içinde eğitildi. Bu durum 1990'ların ortalarında başladı ve bugün hala devam ediyor. Onları silahlandırıyor ve hedefe yönelik operasyonel standartlar oluşturuyorlar. Mesela Rusya'nın Moskova veya St. Petersburg şehrinde veya başka bir yerde bir okulu veya bir tiyatro salonunu havaya uçurmak gibi. Ortadoğu'nun başka kısımlarında gördüğünüz şeyin aynısı.

 

Bu yüzden Gladio operasyonu başka bir operasyona dönüştü, ancak aynı çalışma tarzı sürdürülüyor. İslami birimler şeklinde sentetik olarak yaratılmış terör birimlerinin yarattığı kaos, NATO, CIA, ve ABD ordusunun bugün Ortadoğu'ya askeri müdahalede bulunması için bahane oluşturuyor, ancak bu olayların hedefi bizi eski Rus topraklarına götürüyor. Nihai ülkelere baktığımızda Gürcistan, Özbekistan, Azerbaycan gibi ülkeleri ve giderek Rusya'ya yaklaşıldığını görüyoruz, çünkü bu tür eylemler gerçekleştirildiğinde bu ülkelere müdahale edilmesi ve ülkelerin içine girilmesi için bahane oluşmuş oluyor. Örneğin Azerbaycan şimdi bir NATO üyesi oluyor; ülkede büyük bir üs var ve haritaya bakıldığında Rusya'ya ne kadar yakın olduğu görülebilir. Keza Gürcistan da NATO üyesi olmaya aday.

 

Bu, Gladio operasyonunun sadece bir özeti; kurgu da bunları ele alıyor. Sonrasında, FBI'daki ve karşı-istihbarat alanındaki bu özel birimdeki çalışmalarda söz ettim ve dosyaların tarihinin 1997'ye kadar gittiğini söyledim. Bu dosyalar özel olarak Gladio Operasyonu B'yi ele alıyordu. Türk bireyler, ağlar ve örgütlenmeler bunun içinde yer alıyor, aktörler aktörleri hedef alıyordu, fakat aynı zamanda ABD'li kuruluşlar ve bireyler, 1990'larda ve 2000'lerin başlarında ABD Dışişleri Bakanlığı'nda, aynı zamanda da CIA ve Pentagon içinde yer almış önde gelen kişiler de bulunuyordu.

 

GR: “Sentetik olarak yaratılmış terör hücrelerinden veya gruplarından” söz ettiniz. Bunlar önde gelen kuruluşlar, yahut Dışişleri Bakanlığı türünden gruplar tarafından finanse edilip manipüle mi ediliyor? Bu süreçler nasıl işliyor?

 

SE: Size, web sitem olan boilingfrogspost.com yahut kısaca bfpreport.com sitesinden yakın tarihli bir örnek verebilirim. 2011 yılında, Suriye manşetlere taşınmadan aylar önce – Suriye'yle ilgili her şey New York Times, Washington Post ve CNN'de yer almazken – ABD ordusundaki ve Türkiye'deki kaynaklarım temelinde, Türkiye'nin güneyinde, Suriye sınırına çok yakın olan bir NATO üssünde özel CIA/NATO birimlerinin Kuzey Suriye'den insanları istihdam edip buradaki, Türkiye'nin güneyindeki ABD hava üssünün parçası olan kamplara getirdiğine dair bir haber yazdık. Bu insanlara eğitim – askeri eğitim – veriyor, onları silahlandırıyor ve sadece Esad'a karşı değil, aynı zamanda pek çok köyde ve bölgede halka karşı terör eylemleri düzenlemek üzere Suriye'ye yönlendiriyorlardı.

 

Bu hikayeyi hazırladığımızda ana akım medyadan kimse bakmadı bile. Oysa kaynaklarımdan bazıları Boiling Frogs Post'a bana gelmeden önce, kanıtlarla, belgelerle, havadan çekilmiş resimlerle birlikte New York Times gibi büyük yayın kuruluşlarına gitmişlerdi; ancak destekleyici belge olmadığı gerekçesiyle değil, ABD'de Suriye'yi esas mesele haline getirmeye hazır olmadıkları için yayınlamayı reddettiler. Halen insanları istihdam etme, eğitme ve Suriye'ye geri gönderme sürecinin orta yerindeydiler. Bunlar Türkiye-Suriye sınırında oluyordu. Yedi-sekiz ay sonra birden bire Suriye, ABD'deki manşetlere girmeye başladı.  

 

Şimdi kısaca İD'ye dönüşen IŞİD'in eğitilmesi ve ortaya çıkması süreci böyle başladı. Bu tamamen bir tasarımın ürünüydü: bu örgüt yaratıldı ve sözde IŞİD adını taşıyan örgütün üyeleri titizlikle seçildi, Türkiye'deki ABD-NATO üssüne getirildi ve Suriye'ye götürüldü, onlara yapmaları söylenen şey de buydu. Eski marka olan El Kaide'nin yerini alacak yeni bir marka yarattılar.

 

El Kaide, yirmi yıl sonra bir marka olarak cazibesini kaybetmeye başlamıştı. Bu bir pazarlama stratejisinden farksızdır: şirketlerin alıcıları, tüketicileri heyecanlandırmak için aynı ürünü farklı bir marka adıyla, farklı bir ambalajla sunduğunu görürsünüz. Burada da aynısı oldu. İnsanlar buna fazla alıştıktan sonra El Kaide bir marka olarak zayıflayınca yeni bir marka yaratmanın gerekli olduğunu düşündüler ve bu IŞİD markasını dünyaya getirdiler. Googla'da bile IŞİD ve finansal ağı hakkında bir araştırma yaptığınız zaman göreceğiniz gibi, daha önce hiç var olmayan bu marka iki yıl içinde iki milyar dolardan fazla varlıkla dünyanın en zengin terör örgütü haline geldi.

 

Bir düşünün, bu nasıl olabilir? Azgın bir terör örgütü nasıl iki yıl içinde bu kadar güçlenir, bunca silahı ve bombayı, Range Rover araçlarını ve jipleri edinir, bu denli sofistike bir askeri ve paramiliter eğitim alır? İki milyar dolardan fazla paraları var. IT ağları var ve dünyanın en korkunç terör örgütünü teşkil ediyorlar. Bu, Gladio Operasyonu B'nin ayırt edici bir özelliğidir. 1950'lerden beri bunu yapıyorlar ve şimdi insanlar bu markaları satın alıyor, bunlar Batı'daki tüketicilere pazarlanıyor. Ana akım medya IŞİD haberleriyle dolu. Özel bandanalı üniformaları bile var. Ninja kaplumbağalara benziyorlar.

 

El Kaide'yi iki yıl içinde yeni bir marka haline getirmek, onun dünyanın en büyük, en zengin, en korkunç ve en becerikli örgütü haline getirebilmek için Hollywood prodüksiyon danışmanlarına ve parlak pazarlama uzmanlarına maaş ödediklerini duysam şaşırmam. El Kaide için yaptıkları gibi bu örgütü de manşetlere koyup, IŞİD'in biyolojik silahlara erişiminin olduğunu ve bu silahları kullanabildiğini söylüyorlar. IŞİD'in kimyasal silah kullanabildiğini, hatta şimdi nükleer silahlara erişiminin olduğunu söylüyorar. Hızla büyüyen inanılmaz örgütlere baktığınız zaman bile, iki yıl içerisinde iki milyar dolardan fazla bir servete sahip olacak kadar zenginleşme sağlayan bir pazarlama modeli görmezsiniz.

 

Bu türden, sentetik olarak yaratılmış terör markaları oluşturup Batı'daki tüketicilere bunları pazarlamak, gerçekte yılların, on yılların, yarım asrın deneyiminin sonucudur.

 

GR: Gerçekten de IŞİD'in El Kaide'yle epey ortak yanı var, ama ondan daha kötü. Devamlı olarak videoları pompalanıyor, sosyal medya hesapları çalışıyor, devamlı olarak faaliyetlerinin parçası olarak yaptıkları gösteriliyor. Çünkü teknoloji çağındayız.

 

SE: Elbette, bazı yeni pazarlama faktörlerinin de denkleme sokulmasıyla yeniden markalanmış bir El Kaide versiyonundan bahsediyoruz. Elbette, 11 Eylül'ün yaşanmasından 14 yıl sonra bugün insanlara daha fazlasını kolayca satabilirsiniz. Muhtemelen alacaklardır. 11 Eylül'le büyümüş ve eğer gazete okuyorlarsa gazetelerden, yahut sosyal ağlardan ve TV'den bir sürü şey öğrenmiş bir kuşak var. Pek çok şov programında bile terör, terörist, Ortadoğulu-İslami terör gibi kelimeler duyuyorsunuz. Bu, 1950'lere kadar giden bir kelime, fakat 11 Eylül'den bu yana kamuoyuna satılan büyük bir marka ve sonuç olarak askeri-endüstriyel komplekse, istihbarat yapısına, onların yüklenicilerine ve alt yüklenicilerine trilyonlarca dolar harcanmasını meşru kılıyor.

 

Trilyonlarca dolarlık bir ekonomi yaratıldı ve amaç bölgesel jeo-stratejik hakimiyet, zira açıkça çıkıp “biz Suriye'yi ele geçireceğiz ve üçe böleceğiz” diyemezler. Bugün ABD'de var olan kayıtsızlıkla bile bunu satmak çok zor olacaktır, imkansız değilse de çok zor olacaktır. Fakat sentetik olarak bu tür olaylar ve terörist gruplar yaratırsanız, bunu gösterip “bu insanların ellerinde nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlar var, içlerinden bazıları da mavi gözlü, belli etmeden ABD'ye gelip Iowa'daki okulu havaya uçurabilirler” derseniz bu kamuoyunda büyük ilgi görür ve insanlar, insansız uçakların oraya gidip bombalamasına ve ülkeleri ele geçirmesine rıza gösterirler.

 

Bu, bahane oldu, meşruiyet gerekçesi oldu. 11 Eylül'den hemen sonra Irak hedef oldu, oysa Irak'ın bu olaylarla hiçbir ilgisi yoktu. Arkasından Afganistan, sonra Libya, şimdi Suriye ve Yemen. ABD'de bir tek kişi çıkıp da, “ne oluyor yahu, niye Yemen'i bombalıyoruz?” demez mi? Çöldeki yoksul bir ülkeden bahsediyoruz. Dönüp şunu diyebiliriz: “bakın orada IŞİD markası var, IŞİD de gelip Iowa'da sizi vurabilir”. İnsanlar da “ah, hayır, lütfen gidip onları bombalayın, ne yapmanız gerekiyorsa yapın” der, çünkü gerçekten de korkuyorlar.

 

GR: ABD'de insanları korkutuyorlar, ama Kanada'da bile özel olarak West Edmonton Alışveriş Merkezi'ni hedef alabileceklerini söylediler, bu yüzden de Muhafazakar hükümet “IŞİD'in işini bitireceğiz” söylemini bir seçim sloganı haline getirdi ve Vatanseverlik Kanunu'na benzeyen C-51 Kanunu'nu çıkardılar. Dolayısıyla bu durum, Batı ülkelerinde işliyor. Bu markaları epey insan satın alacak.  

 

SE: Kesinlikle. Ben en azından Amerika Birleşik Devletleri'ndeki insanların çoğunluğu için bunu söyleyebilirim. Her şeyden önce onlar için bunu hazmetmek kolay ve çoğu da eleştirel düşünme becerisinden yoksun bırakılmış durumda ve sadece ana akım medyada söylenen esas sözleri duymak istiyorlar. Gerçekten de kurgu temelli sit-com'larla haberlerde, mesela CBS ve NBC'de gördükleriniz arasındaki fark bulanık. Elele çalışıyorlar ve insanlar bunu kabul ediyorlar.

 

Özellikle 11 Eylül'den bu yana istihbarat yapısından, askeri-endüstriyel kompleksten, bahsettiğim gibi yüklenici ve alt yüklenicilerden oluşan büyük bir endüstri yarattıklarını kabul etmemiz gerekiyor. ABD'de ülke içinde trilyonlarca dolar harcanıyor. Bunun Irak'ta, Suriye'de, Ortadoğu'da hakimiyet kazanma meselesine dönüştüğünü, bunu da Orta Asya'nın izlediğini görüyorsunuz. Ukrayna'da durum sakinleşti, ama istediğimizi aldık.

 

Öngörüm şu ki, bir sonraki aşamada Gürcistan'da isyanlar göreceğiz. Zira bazı terör eylemleri olacak ve bunlar için IŞİD gruplarıyla işbirliği yapması muhtemel menfur Çeçen gruplar suçlanacak, bu ise Gürcistan'ı resmen NATO üyesi olmaya itecektir. Gürcistan'da şimdiden askerlerimiz var, üs anlamında bu şimdiden mevcut. İşte bu yüzden bölgede göreceğimiz bir sonraki gelişme bu olacaktır.

 

Ortadoğu'da İran meselesi şimdilik askıya alındı. Bu geçicidir, tamamen stratejiktir. İran'la barış yapan bir başkan mirası yarattık. Bir sonraki başkanın görevdeki ikinci veya üçüncü yılında bu konu geri gelecek, yeniden bir mesele olacak ve İran konusunda her şey yapılıncaya kadar devam edecektir.

 

Fakat en önemlisi, ABD'deki insanların – Kanada'dan emin değilim – duyuyor dahi olmadığı iki bölge var. Bunlardan biri, Rusya'nın arka kapısı olan Orta Asya/Kafkaslar bölgesi, diğeri ise Türkistan, Uyguristan bölgesidir. Çin'in Şincan diye adlandırdığı Uygur bölgesidir. İnsanlar bu bölge ve orada olanlar hakkında pek bir şey duymuyor. Oysa o bölgede amaç doğrultusunda çeşitli terör birimlerini eğitiyor ve yerleştiriyoruz. Tıpkı Tayvan gibi: burada Müslüman Uygur halkı olduğu için bu bölgede ayrılık yaratmak ve askeri üs kurmak istiyoruz.

 

İnsanlar bunun fazla olduğunu düşünebilirler, fakat bugün sahip olduğumuz teknolojiyle bunu araştırabilir ve neden önemli olduğunu görebilirler. Son 10-15 yıldır bu hedefe doğru yöneldik ve hayata geçirilecek operasyonlar bizi nihai hedefe taşıyacaktır. Bu benim, gelecek yıl bu zamanlarda yayınlanamayı umduğum bir sonraki kitabımın konusu olacak.

 

 

Çev: Selim Sezer

 

www.medyasafak.net