ÖZEL DOSYA: Suriye hakkındaki NATO anlatısının yapısökümü
- Medyasafak.net
- DOSYA
- 07.05.2016
Geride kalan beş yıl içinde, Suriye Devlet Başkanı Esad ve Suriye Arap Ordusu aleyhtarı propaganda, senaryosu yazılmış (OTPOR tarafından teşvik edilmiş “devrimde”) “barışçıl protestoculara ateş açılıyor” retoriğinden, “iç savaş” ve “ılımlı isyancılar” gibi bir diğer aldatıcı kelime dağarcığına kadar değişiklik arz etti.
Suriye hakkındaki NATO anlatısının yapısökümü
Eva Bartlett
Dissident Voice
Geride kalan beş yıl içinde, Suriye Devlet Başkanı Esad ve Suriye Arap Ordusu aleyhtarı propaganda, senaryosu yazılmış (OTPOR tarafından teşvik edilmiş “devrimde”) “barışçıl protestoculara ateş açılıyor” retoriğinden, “iç savaş” ve “ılımlı isyancılar” gibi bir diğer aldatıcı kelime dağarcığına kadar değişiklik arz etti.
Müdahale kampanyaları, NATO ittifakının ölüm mangaları tiyatrosunda yeni terörist ve “insani” aktörlerin (gerçek anlamda) devamlı surette ortaya çıkmasıyla devam ederken, Suriye'deki savaşla ilgili önemli noktalardan bazılarını gözden geçirmek faydalı olacaktır.
Milyonluk yürüyüşler
29 Mart 2011 günü (fantezi “devrimin” başlamasından iki haftadan daha az süre sonra) Suriye çapında 6 milyon kişi Başkan Esad'a destek için sokaklara döküldü. Haziran ayında Şam'da yüzbinlerce kişinin devlet başkanına destek için yürüdüğü, 2.3 km uzunluğunda bir Suriye bayrağı açtıkları aktarılıyordu. Kasım 2011'de (kaosun başlangıcından 9 ay sonra) kitleler bir kez daha Başkan Esad'a destek amaçlı gösteriler düzenledi; bunların en başında da Humus (sözde “'devrimin' başkenti”), Deraa (sözde “devrimin' doğum yeri”), Deyrezzor, Rakka, Lazkiye ve Şam'da düzenlenen gösteriler geliyordu.
O tarihten bu yana bunlar gibi kitle gösterileri pek çok defa tekrarlandı. En büyük gösterilere yalnızca birkaç örnek olarak Mart 2012'de, Mayıs 2014'te Başkanlık seçimlerine giden süreçte ve Haziran 2015'te düzenlenenler gösterilebilir.
Mayıs 2013'te, NATO'nun bile Suriye devlet başkanının popülerliğinin arttığını kabul ettiği aktarılıyordu. O tarihte, “geçen ay NATO'ya bildirilen veriler, Suriyelilerin yüzde 70'inin Esad hükümetini desteklediğini ortaya koydu” denilmişti. Şu anda bu rakam en azından yüzde 80'dir.
Esad'ın destek tabanına dair en fazla şey anlatan barometre ise Haziran 2014'te gerçekleşen başkanlık seçimleri oldu. 15.8 milyon kayıtlı Suriyeli seçmenin yüzde 74'ünün (11.6 milyon) oy kullandığı seçimde Başkan Esad, oyların yüzde 88'ini elde etti. Ülke dışında bulunan Suriyelilerin oy vermek için oluşturduğu kalabalıkların örnekleri arasında Beyrut'taki Suriye büyükelçiliğine iki gün boyunca akın edilmesi (ve oraya varmak için kilometrelerce yürünmesi) ve Suriye büyükelçilikleri kapatılmış olan ülkelerden sırf oy kullanmak için Şam havaalanına uçulması da vardı. Ülke içinde ise Suriyeliler, teröristlerin kendilerini oy kullanmaktan alıkoyma amaçlı havan toplarına ve roketlerine göğüs germiş, yalnızca Şam'da 151 havan topu ateşlenmiş ve bu saldırılar sonucunda 5 Suriyeli ölmüş, 33'ü de sakat kalmıştı.
Esad'ın geniş halk desteği tabanına ilişkin daha ayrıntılı bir inceleme için Profesör Tim Anderson'ın “Neden Suriyeliler Beşar Esad'ı destekliyor?” başlıklı çalışmasına bakılabilir.
Reformlar
Mart 2011'deki olaylardan önce Suriyeliler gerçekten de özgün reformlar yönünde meşru arzular taşıyordu ve bunların çoğu, kargaşanın başlangıcında hayata geçirildi. Beşar Esad, 17 Mart 2011 öncesinde de, sonrasında da çeşitli reformlar gerçekleştirdi.
Stephen Gowans'in aktardığı bu erken dönem reformları arasında şunlar da vardır:
§ Olağanüstü Hal'in yürürlükten kaldırılması;
§ Anayasanın değiştirilmesi ve referanduma sunulması [Bu referandumda 8.4 milyon Suriyeli oy kullanmış, bunların 7.5 milyonu anayasa lehinde oy vermiştir];
§ Çok partili parlamento seçimlerinin takvime bağlanması, ardından da gerçekleştirilmesi.
Gowans'a göre anayasa, “hükümetin ekonomiye Suriye'nin çıkarları adına yön verecek bir rol oynayacağı ve Suriye hükümetinin Suriyelilerin emeğini Batı bankalarının, petrol firmalarının ve öteki şirketlerin çıkarları uğruna kullandırmayacağı hükümlerini getiriyordu.”
Anayasa aynı zamanda şunları içeriyordu:
§ “hastalık, sakatlık ve yaşlılık güvencesi; bedava sağlık hizmetlerine erişim; bütün düzeylerde bedava eğitim”
§ “Halk Meclisi üyelerinin en az yarısının köylüler ve işçiler arasından seçilmesini zorunlu kılan” bir hüküm.
Siyasi yorumcu Jay Tharappel şunları da ifade etmiştir:
“Yeni anayasa, siyasi partilerin seçilebilirliğinin Baas Partisi'nin izni veya şerhleri temelinde değil, anayasal kriterler temelinde olması anlamında çok partili bir siyasi sistem getirdi. … Yeni anayasa din, mezhep veya etnisiteye dayalı, yahut doğası gereği bir cinsiyete ya da ırka karşı ayrımcı olan partileri yasaklamaktadır. (2012: Madde 8)
NATO'nun sürgündeki Suriyeli piyonlarının bu reformları ve çok-uluslu şirketler ile Batı bankalarının pençelerinden emniyette olan egemen bir Suriye getiren bir anayasayı reddetmesi şaşırtıcı değildir.
Yazar Carlos Martinez, “Beşar'ın yasallaştırılması: daha etkili bir savaş karşıtı harekete doğru” başlığını taşıyan makalesinde Suriye'nin pozitif politikalarının çerçevesini çıkarmıştır; bunlara Suriye'nin anti-emperyalist, sosyalist politikaları, sekülerliği ve çok-kültürlülüğü ve – keskin bir şekilde – Filistinlilere ve anti-Siyonist duruşa verdiği destek de dahildir.
Tüm bu noktalar geride bıraktığımız yaklaşık beş yıl boyunca kusulan yalanlarla çelişiyor ve Suriye'ye karşı savaş yürütmeye devam edebilmede kullanılan zayıf dayanakları paramparça ediyor.
Savaş gündemine hizmet etmek için rakamların çarpıtılması
Öldürülen Suriyelilerin sayıları ve niteliği, hangi listeye bakıldığına göre değişiklik arz etmektedir. Bu konuda konuşan pek çok kişi tek bir kaynaktan yararlanmaktadır: İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR) adı verilen kuruluştan olan (ve evinden, genellikle isimsiz “aktivistlerden” gelen bilgiler temelinde yazan) Suriyeli Rami Abdülrahman. 15 yıldan beri Suriye'ye gitmemiş olan Abdülrahman, Tony Cartalucci'nin belirttiği gibi “sözde ‘Suriye muhalefeti'nin bir üyesi ve Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın devrilmesini istiyor.” Dahası, Cartalucci'nin ifadesine göre “Abdülrahman'ın çalışması Avrupa Birliği tarafından ve tanımlamayı reddettiği bir ‘Avrupa ülkesi' tarafından finanse ediliyor.” Dolayısıyla bu, tarafsız bir kaynak değil.
Siyasi analist Şermin Nervani, Şubat 2012'de yayınladığı “Suriye'deki can kaybı listesinin sorgulanması” başlıklı makalesinde, ölüm rakamlarının düzenlenmesinin lojistik zorlukları tanımlamış ve bu zorlukların arasında şunları da saymıştı:
§ Farklı ölüm listeleri ve bunlardan herhangi birinin kesinliğinin teyit edilmesinin zorluğu.
§ Ölümlerin nasıl, kim tarafından ve hangi gerekçeyle doğrulandığına dair bilgi yokluğu.
§ Ölüler hakkında bilgi yokluğu: sivil mi, sivilse hükümet yanlısı mı karşıtı mı, silahlı grupların üyesi mi, Suriye güvenlik güçlerinin üyesi mi?”
Nervani, erken dönemlerde hazırlanan bir can kaybı listesinde “15 Mayıs 2011-5 Haziran 2011 arasında Golan Tepeleri'nde, protestocuların Suriye'nin İsrail'le olan ateşkes hattı üzerinde toplanması sonrasında İsrail'in açtığı ateşle öldürülen” 29 Filistinli mültecinin de olduğunu bulmuştu.
Jay Tharappel, Suriye'deki can kayıpları konusunda alıntı yapılan diğer iki önde gelen grubu inceledi: Suriye İnsan Hakları Ağı (SNHR) ve İhlalleri Belgeleme Merkezi (VDC).
Tharappel, her iki grubun da “salt olgu sunma fonksiyonu yerine getirme anlamında ‘bağımsız' olmadığını, Suriye hükümetini devirme ve (…) her kimseler, ‘ılımlı muhalifler' adına bir uçuşa yasak bölgenin getirilmesini sağlama amaçlarında gayet açık olduklarını” belirtiyordu.
Dahası, Tharappel'e göre, “SNHR hükümet güçleri tarafından öldürülenlerin sayısı hakkındaki iddialarını temellendirecek herhangi bir kanıt sunmuyor. ‘[Kurbanları] tam isimleri, ölüm yerleri ve ölüm tarihleri ile belgelediklerini' iddia ediyorlar, ancak web sitelerinde bunların hiçbiri görülmüyor.”
Tharappel, VDC konusunda ise “VDC'nin ölen isyancıları sivil listesine eklediğini, ölen hükümet askerlerini ise ÖSO savaşçısı olarak gösterdiğini düşünmek için ciddi sebepler var” diye yazmıştı.
Yazarın örnek verdiği kişilerden biri, Al-Masdar News haberine göre Şubat 2015'te (Ceyşü'l-İslam teröristlerinin istilası altında olan) Duma'da Suriye Arap Ordusu tarafınan öldürülen Ceyşü'l-İslam militanı ‘Hişam el-Şeyh Bekri'. VDC'nin listesinde ‘Hişam Abdül-Aziz el-Şeyh Bekri' adı veriliyor, ancak Tharappel'in belirttiğine göre “bu kişi listede bir Ceyşü'l-İslam savaşçısı olarak değil, yetişkin erkek sivil olarak geçiyor.”
Tharappel, bölgede bulunan savaş muhabiri Nir Rosen'in bile 2012'de şunları yazdığını hatırlatıyor:
“Muhalefet her gün, genellikle ölüm sebepleri konusunda bir izahat sunmaksızın ölüm rakamları veriyor. Öldürüldüğü aktarılan kişilerin çoğu aslında muhalefet savaşçıları, ancak ölümlerinin sebebi gizleniyor ve haberlerde onlardan adeta, protesto yaparken veya evinde otururken güvenlik güçleri tarafından öldürülmüş masum siviller gibi söz ediliyor.”
Bu grupların listelerinde önemli ve kasıtlı yanlışlıklar olduğunu söylemek eksik bir ifade olacaktır. Nitekim sözü edilen grupların çoğu, Paul Larudee gibi yorumcuların belirttiği şeyi söylemekten geri durmaktadır:
BM şu ana kadar Suriye savaşında 220 bin kişinin hayatını kaybettiğini tahmin ediyor. Fakat bunların yaklaşık yarısı Suriye ordusu askeri veya onların müttefiki olan yerel milis savaşçıları; muhalefet savaşçılarını da sayarsak üçte ikisi savaşçı. Her iki durumda da, muhalefetin sivil ölümleri de şişirdiği düşünülünce, sivil can kayıplarının askeri can kayıplarına oranı kabaca 1'e 2'dir. Bunu, ABD'nin Irak savaşındaki 3'e 1 oranıyla ve İsrail'in 2008-2009'daki Gazze saldırısındaki 4'e 1 oranıyla karşılaştırın. (Filistinlilerin can kayıplarınn İsraillilerin can kayıplarına oranı ise astronomik düzeydedir: 100'e 1.)”
“Solcular” mitleri canlı tutuyor
Owen Jones gibi tanınan kişiler ile, Middle East Eye ve Electronic Intifada gibi Filistin yanlısı siteler Filistin'le olan daha kabul görebilir (ve güvenli) dayanışma duruşları nedeniyle belli bir takipçi kitlesine sahip, ancak rutin bir şekilde Suriye karşıtı bir söylem ürettiler ve bu söylemler iyi niyetli, ancak epey yanlış bilgilendirilmiş takipçileri tarafından aksettirildi.
Taban “solcularının” Suriye karşıtı propagandalarının çoğu, şirket medyası kadar zehirli. Rutin bir şekilde, görünüşte savaş karşıtı/anti-emperyalist nitelikte olan buluşmalara Suriye karşıtı anlatı damgasını vuruyor.
Örneğin Mart 2015'te Tunus'ta düzenlenen Dünya Sosyal Forumu'nda bazı Suriye temalı paneller Suriye'deki “devrimcilerin” masallarını tekrarladı ve bir panel şu iddiada bulundu: “Suriye'deki protestolar yaklaşık altı veya yedi ay boyunca barışçıldı; 6-7 bin silahsız insan öldürüldü ve ‘isyancılar' ancak bundan sonra silahlandı.”
Oysa en başından beri Deraa'da ve Suriye çapında silahlı protestocuların güvenlik güçlerine ve sivillere ateş açtığı ve onları öldürdüğü biliniyor. Tim Anderson'un “Suriye: Deraa'da şiddet nasıl başladı” başlıklı makalesinde işaret ettiği gibi 17-18 Mart tarihlerindeki gösterilerde polisler keskin nişancı ateşiyle öldürüldü ve Suriye ordusu Deraa'ya ancak polislerin öldürülmesinin ardından gitti. İlave olarak Deraa'daki El-Ömeri camisinde protestoculara ait bir silah deposu bulundu.
Prem Shankar Jha'nın, “Kim ilk ateşi açtı?” başlıklı yazısı, bir ay sonra Deraa'nın dış kısımlarında 20 Suriye askerinin “boğazları kesilerek ve birinin kafası kesilerek” katledilmesini anlatıyordu. Bu tam bir “ılımlı”-isyancı pratiği.
Şermin Nervani ise “Suriye: Gizlenen Katliam” başlıklı makalesinde [Medya Şafak'ta yayınlanan çevirisi bu linkte -Ç.N.] erken dönemlerinde Suriye askerlerine yönelik olarak gerçekleşen katliamları araştırmış, bu katliamlardan pek çoğunun Suriye hükümeti devlet güvenlik mahkemelerini kaldırdıktan, olağanüstü hali kaldırdıktan, genel af getirdikten ve barışçıl protesto hakkını tanıdıktan sonra gerçekleştiğini belirtmişti.
10 Nisan 2011 günü Banyas'lı çiftçi Nidan Canud'un öldürülmesi, sözde “silahsız protestocular” tarafından Suriyeli sivillere karşı işlenen ilk korkunç cinayetlerden biriydi. Yüzünde yaralar açılan, sakatlanan ve kanlar içinde kalan Canud bir silahlı çete tarafından teşhir edildi, ardından da doğranarak öldürüldü.
Peder Frans Van der Ludt — Yaklaşık 50 yıl boyunca Suriye'de yaşadıktan sonra 7 Nisan 2014'te Humus eski kenti işgal eden militanlar tarafından öldürülen Hollandalı rahip – bir çok defa, “ilk protestolarda önce polise ateş açan” “silahlı göstericiler” gördüğünü yazdı.
Mayıs 2011'de, o dönemde El Cezire'de çalışan ve daha sonra istifa eden gazeteci Ali Haşim tarafından ortaya çıkarılan video, savaşçıların Lübnan'dan Suriye'ye girdiğini ve silah ve RPG taşıdıklarını gösteriyordu (Haşim, Nisan ayında da ülkeye giren savaşçılar gördüğünü söylemişti). El Cezire ise Mayıs videosunu yayınlamayı reddetti ve Ali Haşim'e “silahlı adamlar olduğunu unut” dedi. [Şermin Nervani'nin “Sürpriz video Suriye ‘zaman çizelgesini' değiştiriyor” başlıklı makalesine bakınız]. Silahsız protestocular mı demiştiniz?
Mezhep kartı: Sloganlar ve katliamlar
Bugün Suriye'de gördüğümüz mezhepçilik temel olarak Suudi Arabistan ve Katar'ın Vehhabi ve Müslüman Kardeşler yanlısı rejimleri ve Türkiye tarafından, NATO'nun desteğiyle yaratıldı. Sadece Suriye devletinin ve Suriye ordusunun mezhepsel bileşimi bile Suriye'nin seküler yapısını ve ortalama Suriyelilerin kendilerini mezhep çizgileri üzerinden tanımlamasının yaygın bir şekilde reddedildiğini ortaya koyuyor.
Öte yandan Batı'nın “şiddet kullanmayan göstericileri” en başından itibaren, başta “Hristiyanlar Beyrut'a, Aleviler mezara” olmak üzere mezhepçi sloganlar atıyordu. Öteki yaygın sloganlar arasında Alevilerin yok edilmesi çağrısı yapan, Suudi Arabistan'da yaşayan aşırıcı Suriyeli Şeyh Adnan Arur'a biat eden ve Mısırlı Şeyh Yusuf el-Kardavi'yi destekleyen sloganlar da vardı.
Katar'da yaşayan Karadavi, Suriyeli sivillerin öldürülmesini savunuyor: “Eğer sapık rejimin devrilmesini getirecekse, Suriye nüfusunun üçte birini öldürmekte beis yoktur.” Kışkırtıcı Arur ise Suriye Alevileri hakkında şunları diyor: “Vallahi onları parçalayıp kıyma yapacağız ve kemiklerini köpeklere atacağız.”
NATO ittifakının teröristleri, Suriyeli sivillere ve askerlere karşı, çoğunun niyeti mezhepçilik ekmek olan sayısız katliam gerçekleştirdi. Bunlardan birkaçı:
§ Haziran 2011'de İdlib-Cisr el-Şugur'da 120'ye yakın kişi (askerler ve siviller), ÖSO üyesi 500-600 kadar terörist tarafından öldürüldü; suç Suriye Arap Ordusu'na atıldı ve ordunun “asker kaçaklarını” öldürdüğü idia edildi. [Prem Shankar Jha'nın “Suriye-Kim ilk ateşi açtı” başlıklı makalesine bakınız]
§ 25 Mayıs 2012'de, 100'ün üzerinde sivilin öldürüldüğü Hula katliamı. İki gün sonra BM – herhangi bir soruşturma yürütmeksizin – katliamın Suriye Ordusu tarafından işlendiğini iddia etti. [Tim Anderson'un “Hula katliamının gözden geçirilmesi: Suriye'deki kirli savaş hakkındaki ‘resmi gerçek'” başlıklı ayrıntılı reddiyesine bakınız. Anderson aynı makalede ayrıca Ağustos 2012'de 245 kişinin öldüğü Daraya katliamını ve Aralık 2012'de 150'ye yakın köylünün öldüğü 2012 Akrab katliamını da incelemektedir.]
§ Lazkiye kırsalındaki köylerde, en az 220 sivilin (bir cenin, çok sayıda çocuk, kadın, yaşlı dahil) öldürüldüğü ve en az 100 kişinin (ağırlıklı olarak kadınlar ve çocuklar) kaçırıldığı Ağustos 2013 katliamı.
§ Adra sanayi köyünde en az 80 köy sakininin öldürüldüğü Aralık 2013 katliamı (kurbanların pek çoğu “koyun gibi katledilmiş”, kafaları kesilmiş, fırınlarda yakılmıştır).
§ Teröristlerin sivil bölgelere ve okullara yönelik devam eden havan topu saldırıları, sivil bölgelere ve okullara yönelik tekrar eden bombalı araç saldırıları [bkz: “Suriye'de desteklediğimiz terörizm: Sivillere karşı havan kullanımına ilişkin ilk ağızdan bir anlatı”]
Ancak, dış güçlerin Suriye'de mezhepçilik ekme girişimlerine rağmen, Suriye halkının çoğunluğu bunu reddediyor. Temmuz 2015'te Suriye'yi yeniden ziyaret eden Profesör Tim Anderson, yalnızca Lazkiye nüfusunun “1,3 milyondan yaklaşık 3 milyona çıktığını”, bu insanların “yalnızca Halep'ten değil, aynı zamanda Hama, Deyrezzor ve öteki bölgelerde geldiğini” aktardı. Anderson ayrıca ağırlıklı olarak Dürzi bölgesi olan ve “çoğunluğu Deraa'dan olan, aynı zamanda başka bölgelerden gelen 135 bin aileye ev sahipliği yapan” Süveyde'yi ziyaret etti. Bunlar ağırlıklı olarak Sünni aileler.
Suriye “iç savaşı” mı?!
Aşağıdaki verileri dikkate alalım:
§ 80'i aşkın ülkeden en az 80 bin terörist Suriye'de paralı asker olarak savaşıyor;
§ İsrail birçok defa Suriye'yi bombaladı [örnekleri burada, burada ve burada];
§ İsrail, hastanelerinde El Kaideci teröristleri tedavi ediyor ve onların Suriye'ye geri dönmelerini sağlıyor, ayrıca onları silahlandırıyor da. İsrail medyası dahi İsrail'in El Kaideci teröristlere yardım ettiğini aktardı; BM de İsrail askerlerinin Suriye'ye ait işgal altındaki Golan'da Nusra Cephesi ile etkileşim kurduğunu bildirdi;
§ Türkiye teröristleri silahlandırıp Suriye'ye soktuğu gibi, aynı zamanda bir çok dafa Suriye'ye yönelik saldırılara eşlik etti;
§ Bütün kriz, 2011'deki olaylardan yıllar önce emperyalist düşünce kuruluşlarında imal edildi.
Bu verilerin ışığında “iç savaş”, Suriye'deki savaşı tanımlamak için kullanılacak kesinlikle son terimdir.
2002 yılında dönemin ABD Dışişleri Bakanı Yardımcısı John Bolton, Suriye'yi (Libya ve Küba ile birlikte) George W. Bush'un “şer ekseni”ndeki “haydut devletlere” ekledi. Bu ise, Suriye'nin daha o tarihte “demokrasi getirilecek” (yani yıkılacak) ülkeler listesinde olduğu anlamına geliyordu.
Anthony Cartalucci, “ABD Suriye'deki sivil felaketi 2007'de planlandı” başlıklı yazısında, sadece Suriye'deki savaş hakkında değil, aynı zamanda hatalı bir şekilde “Arap Baharı” diye adlandırılabililen olaylar hakkında, temel önemdeki bir dizi açıklamayı ve olayı ortaya koymaktadır. Temel noktalar arasında şunlar da vardır:
§ General Wesley Clark'ın, ABD'nin Irak, Suriye, Lübnan, Libya, Somali, Sudan ve İran hükümetlerini yıkma planlarını ifşa etmesi.
§ Seymour Hersh'ün, NATO ve müttefiklerinin Lübnan'da, Suriye'de ve ötesinde mezhepsel bölünme yaratmak amacıyla mezhepçi aşırıcıları silahlandırdığına ve eğittiğine ilişkin, 2007 tarihli “Yeni Yönelim” makalesi.
§ “İran'a hangi yol gider?” başlığını taşıyan, Suriye'yi ve Lübnan'ı zayıflatma ve ardından İran'a saldırma planlarını ortaya koyan 2009 tarihli Brookings Enstitüsü raporu.
Stephen Gowans ayrıca şunları aktarmıştır:
§ ABD'nin Suriye muhalefetini finanse etmesi, Bush yönetimi altında, 2005'te başladı.
§ Suriye Ulusal Meclisi, Ekim 2011'deki kuruluşundan beri Libya'dan 20.4 milyon dolar, Katar'dan 15 milyon dolar, BAE'den 5 milyon dolar aldı.
Fransa eski dışişleri bakanı Roland Dumas, Haziran 2013'teki bir TV röportajında iki yıl önce İngiliz yetkililerle bir araya gelmesinden söz etmişti. Buna göre İngiliz yetkililer şu itirafta bulunmuştu:
“Britanya Suriye'de bir isyancı istilasını organize ediyordu. Bu operasyon eskilere gidiyor. Bu hazırlanmış, önceden tasarlanmış ve planlanmıştı.”
NATO ittifakının Suriye karşıtı komplosunun daha yakın zamandaki kanıtları arasında, Haziran 2012'de yayınlanan bir NY Times makalesi de var. CIA'in Suriye'deki “isyancılara” sağladığı destekten söz eden ve “otomatik tüfeklerin, roketatarların, cephaneliklerin ve bazı tanksavar füzelerinin” gönderildiğini ve Türkiye'den Suriye'ye sokulduğunu da zikreden makale şunları söylüyordu:
“Amerikalı yetkililere ve Arap istihbarat subaylarına göre az sayıda C.I.A. görevlisi Türkiye'nin güneyinde faaliyet yürütüyor ve müttefiklerin, sınır üzerindeki Suriyeli muhalefet savaşçılarından hangilerinin Suriye hükümetiyle savaşmak üzere silah alacağına karar vermesine yardımcı oluyor.”
Ekim 2014'te, Press TV için çalışan Amerikalı gazeteci Serena Shim, Türk istihbaratı tarafından tehdit edildiğini aktardıktan kısa süre sonra, Türkiye-Suriye sınırındaki hayli şüpheli bir araba kazasında hayatını kaybetti. Shim daha önce elinde “Türkiye sınırından geçen militanların fotoğraflarının olduğunu” aktarmış ve “onların Dünya Gıda Örgütü kamyonlarındaki fotoğraflarını çektim” demişti.
Benzer içerikli başka açıklamalar da yapıldı. Örneğin bir Türk şoför, “Suriye'deki Atme kampında başlayıp Şanlıurfa'ya bağlı sınır kasabası Akçakale'de biten yolculuğa MİT ajanlarının da eşlik ettiğine” ve buradan sonra “militanlar ve kargonun yeniden Suriye'ye girdiğine” tanıklık etmişti.
Temmuz 2015'de Press TV, Halep'te yakalanan teröristlerin, Türkiye'deki ABD ve Körfez personelinden eğitim aldıklarını itiraf ettiklerini aktardı.
Daha önce yazdığım gibi, “Kasım 2014 tarihli bir raporda, BM Genel Sekreteri [İsrail-Suriye arasındaki – Ç.N.] ateşkes bölgesinde El Nusra unsurlarının ve öteki terörist grupların varlığından ve bu grupların ‘bir kamyondan silah indirdiğinden' söz etmiş, ayrıca ‘bir uçaksavar silahı monte edilmiş bir araçtan ve İsrail'in ‘silahlı çetelerle' olan ‘etkileşimlerinden' bahsetmişti.”
Tüm bunlar ve Amerika'nın önümüzdeki üç yıl içinde 15 binden fazla “isyancıyı” eğitme planları dikkate alındığında, “iç savaş” şeklindeki uygunsuz terimin kullanılmaya devam etmesi gülüncün de ötesindedir.
DAİŞ ve öteki ılımlılar
Haziran 2015'te Anthony Cartalucci, kısa süre önce açığa çıkmış olan bir Savunma Bakanlığı belgesi hakkında bir yazı yazdı. 2012 tarihli belge, ABD'nin IŞİD'in “Doğu Suriye'de (Haseke ve Deyrezzor) bir Selefi emirlik kurmak istediğini ve bunun tam da muhalefeti destekleyen güçlerin istediği şey” olduğunu kabul ediyordu.
Cartalucci, Libya'dan Türkiye üzerinden Suriye'ye giden ve “onyıllardır bir terörist yatağı olan Bingazi'deki ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ve istihbarat kuruluşları tarafından koordine edilen” silah ve terörist akışlarının ve Doğu Avrupa'dan giden silah akışının çerçevesini çiziyordu.
Erken dönem “ılımlılar” arasında (“ÖSO” denilen yapıdan) Faruk Tugayları üyesi, organ yiyici terörist “Ebu Sakkar” ve yukarıda sadece bir kısmı aktarıan katliamları işlemiş olan sayısız “ÖSO” ve El Nusra militanları da var.
“İnsan Hakları” cephe grupları savaş retoriğini yayıyor
İnsan Hakları İzleme Örgütü, Uluslararası Af Örgütü, Avaaz, Moveon ve daha az bilinen, Suriye Kampanyası, Beyaz Miğferler ve Suriye'deki Filistinliler için Eylem Grubu gibi yeni kurulmuş gruplar, savaş propagandası yapılmasında ve hatta Suriye'ye yönelik (Libya 2.0 tarzı) uçuşa yasak bölge bombalama kampanyası çağrısı yapılmasında suç ortağıdırlar.
Jeopolitik analisti Eric Draitser, İnsan Hakları İzleme Örgütü hakkında şunları belirtmişti:
“İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün ABD dış politikasının bir uzantısı olduğu inkar edilemez. Bu kuruluş birçok bakımdan ABD'nin güç yansıtmasının ‘yumuşak gücü'nün parçası; ABD'yle işbirliği yapmayan ülkeleri gayrimeşrulaştırmanın, şeytanlaştırmanın, bu yapılamadığında da istikrarsızlaştırmanın bir aracıdır…”
Dikkatli Twitter kullanıcıları, HRW'nin yalancı yöneticisi Ken Roth'u, Halep'teki “varil bombalarının” yarattığı yıkım gibi gösterilen, fakat gerçekte Daiş saldırıları ve ABD koalisyonunu bombalarından sonraki Ayn el-Arab'a (Kobani) ait olan bir fotoğrafı paylaştığı için ifşa etti. Bir başka ölçüsüz örnekte Roth, İsrail'in 2014'teki bombalaması sonucunda dümdüz edilen Şucaiyye mahallesine ait bir videoyu paylaşıp bunun Halep olduğunu söylüyordu.
Roth bunu yaptıktan sonra yine ifşa edildi ve zayıf bir şekilde geri adım atmak zorunda kaldı. Fakat geri adım attıktan sonra başka bir yıkım fotoğrafı paylaştı ve bunun da “Esad'ın varil bombalarından” kaynaklı olduğunu iddia etti, fakat fotoğraf künyesine göre Halep'in Hamidiye mahallesinde çekilmiş olan bu fotoğraf, IŞİD'e karşı “Suriye hükümet güçlerini destekleyen yerel halk komitesi savaşçılarının geleneksel Hıristiyan mahallesini korumaya çalışmasını” gösteriyordu.
Uluslararası Af Örgütü hakkında Anthony Cartalucci şunları yazmıştı:
“Uluslararası Af Örgütü hem hükümetlerden, hem de şirket-finans çıkar gruplarından para alıyor; bunların içinde en kötü şöhretli olanlardan biri, hüküm giymiş mali suçlu George Soros'un yönettiği Açık Toplum (Soros'un Açık Toplum'u aynı zamanda İnsan Hakları İzleme Örgütü'nü ve bir dizi başka “insan hakları” savunucusu örgütü finanse ediyor). Örneğin ABD'deki Uluslararası Af Örgütü'nün İcra Direktörü Suzanne Nossel, bu göreve doğrudan ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından getirildi…”
Af Örgütü'nün kurnaz manevralarından yalnızca birini vurgulayan Rick Sterling, Mayıs 2015'te yayınlanan “Af Örgütü'nün Suriye-Halep raporunda sekiz sorun” başlıklı çalışmasında Af Örgütü'nü Suriye'deki teröristlere silah gönderilmesini normalleştirdiği gibi, aynı zamanda bunun el altından nasıl yapılacağına dair öneriler sunduğu için ifşa etti. Sterling yazıda şu vurguyu yapmıştı:
“Bu, ‘insani' savaş kurallarını izleme sözü veren isyancılara silah gönderilmesini etkin bir şekilde tasdik eden inanılmaz bir açıklama.”
Sterling'e göre Af Örgütü ayrıca:
§ Türkiye'de, ABD'de veya Şam hükümetinin devrilmesi çabalarına yoğun bir şekilde dahil olmuş öteki ülkelerde bulunan, yahut bu ülkelerden finansman alan gruplara dayandı.
§ Suriye İÇİNDE yer değiştirmiş olan, Halep'ten kaçıp şimdi Humus'ta, Lazkiye'de, Şam'da, yahut Halep'in hükümet kontrolündeki kısımlarında yaşayan insanların üçte ikisinin tanıklığını dinleme arayışında olmadı.
Sterling, “Suriye savaşının insancılları” başlıklı yazısında müdahale kampanyası hakkında şunları söylüyordu:
“Amaç, kamuoyunu ABD ve öteki askeri güçler tarafından dayatılacak ‘uçuşa yasak bölgeye' hazırlamak. Irak işgali de böyle başladı. Kamuoyu, Libya'ya yönelik ABD/NATO hava saldırısına da böyle hazırlandı.
Batı'nın Irak ve Libya'daki ‘rejim değişikliği'nin sonuçları felaket oldu. …Avaaz, Suriye'de “güvenli bölge” için başlattığı imza kampanyasında 1 milyon kişiye ulaşmaya çalışarak kampanyasını yoğunlaştırıyor”.
Sterling, “Beyaz Miğferler” için ise şunları yazdı: “Bu grup 2013 yılında İngiltere ve ABD tarafından kuruldu. İsyancıların kontrolündeki bölgelerdeki sivillere Türkiye'ye gidip kurtarma operasyonu eğitimi almaları için ödeme yapıldı. Program yöneticisi, eski bir İngiliz askeri ve özel sözleşmeci James Le Mesurier idi…” Sterling, Beyaz Miğferler ile, aralarında Nusra Cephesi'nin de olduğu Suriye karşıtı aktörler arasındaki bağları da belirtti. Bir örnek, propagandalarıydı: “Son varsayımsal klor gazı saldırısı videosu Beyaz Miğferler logosuyla başlıyor ve Nusra logosuyla devam ediyor. Gerçekte Beyaz Miğferler, Nusra/El Kaide için çalışan küçük bir kurtarma ekibi.”
Vanessa Beeley'nin “‘Beyaz Miğferler': Suriye'de ‘insancıl' kisveli yeni paralı askerler ve propagandacılar türü” başlıklı makalesi de, kuruluşun faaliyetlerinin propaganda unsurlarını ve bunların ana akım medya/insan hakları endüstrisinin Suriye karşıtı retoriğini papağan gibi tekrar ettiğini ortaya çıkardı.
“İnsancıl” aktörlerin listesi epey uzun; onların savaş yayma yalanlarının listesi ise daha da uzun. [bkz: “İnsan hakları” cephe grupları (“İnsani müdahaleciler”) Suriye'de savaşıyor]
Yermuk kartı
Şam'ın bir zamanlar BM tahminlerine göre 160 bini Filistinli mülteci, geri kalanı Suriyeli olmak üzere bir milyondan fazla sakine ev sahipliği yapan bir semti olan Yermuk'un kötü durumu “insancıl” kampanyacılar tarafından, Filistin destekçilerinin yüreğini cızlatmak ve onların Suriye hakkında ve devletin Filistinlilere yaklaşımı hakkında kafalarını daha da karıştırmak üzere kullanıldı. Gerçekte Suriye Filistin'in en büyük savunucularından ve dostlarından biri olmuş ve Suriye'deki Filistinli mültecilere, bedava eğitim, sağlık hizmeti ve öteki sosyal hizmetler de dahil olmak üzere, Suriyelilere eşit bir hayat kalitesi sunmuştur. Bu, Filistinli mültecilerin berbat haldeki mülteci kamplarında çürüdüğü ve mesleki istihdam hakkından, ucuz ve kaliteli sağlık ve eğitim hizmetlerinden yoksun bırakıldığı ve çok daha az itibar gördüğü, Filistin'e komşu ülkelerin hiçbiri için, bir derecede bile söylenemez.
Birleşmiş Milletler, insan hakları endüstrisi ve medya, Yermuk'un üzerine bir perde örtüyor, hem çeşitli grupların varlığını, hem de bazı Filistinli örgütlerin bu grupların girişini sağlamasını ve Suriye hükümetine karşı onların yanında savaşmasını ya görmezden geliyor ya da aklıyor. Bu konuda konuşanlar, Suriye hükümetinin yardımıyla Yermuk sakinlerinin tahliye edilip hükümet, toplum ve BM tarafından sunulan sığınaklara yerleştirilmesini de açıkça görmezden geliyor. Aynı şekilde, semtte hükümetin ve öteki kuruluşların yaptığı yardımlara yönelik defalarca gerçekleşen terörist saldırılarını ve Yermuk sakinlerinin teröristlere karşı düzenledikleri gösterileri de görmezden geliyorlar.
Mayıs 2013'te böyle bir gösteri gerçekleştiğinde İngiliz medya kuruluşu Sky News'den Tim Marshall, göstericilerin üzerine “isyancılar” tarafından ateş açıldığını yazmıştı. Marshall şunları aktarıyordu:
“…Bazıları bize, ‘Lütfen dünyaya gerçekleri anlatın! Biz savaşçıları burada istemiyoruz, ordunun onları öldürmesini istiyoruz!' diye bağırıyordu… Gösteride yaklaşık bin kişi vardı…. Başladıktan neredeyse hemen sonra ateş açıldı. Bir adam düştü, ardından başkaları geldi… Yanımızdan geçerken bir adam durdu ve savaşçıların Suriyeli olmadığından, Şam'a gelip insanları öldürmeleri için parayla tutulmuş adamlar olduklarından emin olduğunu haykırdı…”
Paul Larudee, Nisan 2015'te yazdığı “Yermuk'un açlıktan ölen ve kuşatma altındaki sakinleri kim ve neden oradalar?” başlıklı yazıda şunları soruyordu:
“Orada kalan siviller kim ve neden pek çok başka kişinin yaptığını yapıp tahliye edilip dışarıdaki sığınaklara yerleştirilmeyi reddediyorlar? Yerel insani yardım kuruluşları denetçileri, bunlardan bazılarının Yermuk'tan olmadığını ve bazılarının Filistinli olmadığını aktarıyor (kişisel yazışma). İçlerinde Suriye hükümetini silah zoruyla devirmeye çalışan Suriyeli ve yabancı savaşçıların aileleri de var, bazıları ise Daiş'in kalesi Hacerü'l-Esved gibi, Yermuk'a komşu semtlerden gelmişler.”
Larudee'nin makalesi ayrıca şu konuları ele alıyordu:
§ Suriye hükümetinin mahalleye gıda yardımını girmesine izin vermesi: “…kampın girişinde yapılan tedariklerin stoklanmasına olanak verdi ve içeriden gelen sivillerin yardımları toplayıp dağıtmasına izin verdi…”
§ Suriye ordusunun abluka taktiği (sivillerin tahliyesiyle birlikte): “Hedef, mümkün olduğu ölçüde sivilleri bölgeden çıkarmak ve ardından düşmana saldırmak veya teslim olmalarını sağlamak…”
Analist Şermin Nervani şu gözlemleri yaptı:
“Suriye hükümeti, aşırıcı silahlıların başkentten girişini engellemek için Yermuk ve Şam arasındaki sınır bölgelerini bloke etme hakkına sonuna kadar sahip. Ben geçen yıl da dahil olmak üzere bir çok defa Yermuk'ta bulundum ve UNRWA da dahil olmak üzere, kamp içindeki yardım kuruluşu çalışanlarıyla konuştum. Onlara göre Suriye hükümeti, kamp içindeki mülteci nüfusa yardım ve gıda sağlanmasına yardım ediyor – bu, Batı anlatıları ve İD üyeleri gibi aktivistlerin söylediklerine aykırı ki onların çoğu, çatışmanın ilk günlerinden beri Yermuk'a adım atmamış gibi görünüyor.”
Yermuk'ta kalan Filistinliler için verilen 18 bin rakamının Ekim 2013 için doğru olması muhtemel olsa da, bugün, binlerce kişinin tahliye edilmesinden sonra bile Suriye karşıtı yayınlar bu 18 bin rakamını vermeye devam ediyor. Eylül 2015'te Yermuk'u ziyaret eden gazetesi Lizzie Phelan, kampta kalan kişi sayısının 4 bin civarında olduğunu söylüyor.
Medya ve insan hakları gruplarının çoğu, Yermuk'ta ve Suriye'nin başka kısımlarında, NATO ittifakının savaşçılarına karşı Suriye Arap Ordusu'nun yanında savaşan Filistinli savaşçıların olduğunu aktarmıyor. Al Masdar News, Haziran 2015'te şunları yazdı:
“…IŞİD önce Mart ayında Yermuk Kampı bölgesinde başarılı bir saldırı gerçekleşti; ancak FHKC-GK, Fetih el-İntifada ve Filistin Kurtuluş Ordusu ile Eknaf el-Makdis üyelerinin karşı saldırısı sonrasında IŞİD bölgenin güney kısmına çekilmek zorunda kaldı ve yalnızca güney ekseni onların kontrolünde kaldı.”
Şermin Nervani'nin “Filistin'in çalınması: Filistinlileri Suriye çatışmasına kim sürükledi” başlıklı makalesi, Filistinli mülteciler açısından Suriye'deki mevcut durumun anlaşılmasını sağlayacak temel önemde bir çalışma. Filistinlilerin kendilerine gelince, Suriye Dayanışma Hareketi tarafından yayınlanan bir açıklama, “1101'den fazla Filistinli grubun ve bireyin Suriye halkı ve Suriye devletiyle olan dayanışmasını ilan ettiğini” vurguluyordu. İmzacılar arasında Kudüs Başpiskoposu Atallah Hanna, Filistin Halk Forumu-Yermuk ve Yermuk'un başka sakinleri de vardı.
Seri kimyasal saldırganlar kayıplara karışıyor
İsrail, Gazze'de abluka altında yaşayan yaklaşık 2 milyon Filistinliye karşı birden fazla vesileyle kimyasal silahlar ve başka yasaklanmış silahlar kullandı. 2008/2009 Gazze katliamı esnasında İsrail ordusu, yer değiştirmiş Filistinli ailelerin sığındığı okullara, evlere ve hastanelere (o tarihte buna dair videolar fotoğraflar ve tanıklıkları bir araya getirmiştim) karşı beyaz fosfor yağdırdı. İsrail Gazze'deki Filistinlilere karşı DIME bombaları da kullandı. Ancak İsrail bütün bunlardan ötürü cezalandırılmıyor ve her yıl artan düzeyde milyarlarca dolar para ve yeni silahlar ediniyor. ABD de, Vietnam ve Irak halkına karşı kullandığı türden yaygın kimyasal silah kullanımı nedeniyle hiçbir zaman sorumlu tutulmadı.
ABD ve insan hakları örgütleri bir çok defa – ve kanıt sunmaksızın – Suriye'yi sarin gazı, ardından da klor gazı kullanmakla suçladı. Bu suçlamalar yeterince çürütüldü. Seymour Hersh'ün sarin saldırılarıyla ilgili araştırması o kadar aleyhte idi ki, ABD anaakım medyası bunu yayınlamadı bile.
Stephen Gowans, Mayıs 2015'te gelen – ve her zaman olduğu gibi arkasından insan hakları gruplarının uçuşa yasak bölge çağrısı tarafından izlenen – klor saldırılarına yönelik çürütme yazısında şunları söylüyordu:
“Bir silah olarak klor gazı aşırı derecede etkisizdir. Yalnızca yoğun şekilde konsantre olmuş dozlarda kullanıldığında ve derhal tıbbi müdahale yapılamadığında ölümcüldür. O halde Suriye ordusu, dünya kamuoyunun şikayetçi olmadığı ve Washington'a müdahale bahanesi vermeyecek çok daha etkili konvansiyonel silahlara sahipken, neden dünya kamuoyunun şikayetçi olduğu ve kullanımı ABD'ye Suriye'ye doğrudan askeri müdahalede bulunmak için bir bahane sağlayacak olan son derece etkisiz bir silahı kullansın? (Ayrıca bkz: Gowans, “New York Times'ın sahte Suriye ithamlarının yayılmasında suç ortaklığı”)
Ağustos 2013'teki Guta saldırılarını araştıran Tim Anderson ise şu noktalara, işaret etmişti:
§ BM müfettişi Carla del Ponte'nin ‘isyancıların' önceki bir saldırıda sarin kullandığına dair kurbanlardan tanıklık toplaması
§ Türk güvenlik güçlerinin Nusra Cephesi üyelerinin evlerinde sarin bulması
§ Guta saldırılarında video manipülasyonu olduğuna dair kanıtlar.
§ “Aileler fotoğraflardaki çocukları, iki hafta önce Lazkiye'de kaçırılan çocuklar olarak teşhis etti.”
§ “Suudiler tarafından ‘isyancı' gruplara kimyasal silah verildi ve yerelde bulunan bazı kişiler kötü kullanım nedeniyle öldü.”
§ “Beş kimyasal silah saldırısından üçü ‘askerlere karşı' veya ‘askerlere ve sivillere karşı' gerçekleşti.”
Müdahaleciler defalarca Suriye hükümetini kimyasal silah kullanımıyla suçlamaya çalıştılar, ancak gerçek suçlular sırra kadem bastı.
Tahriklere karşı, barış için
SANA haberine göre Suriye'nin BM daimi temsilcisi Dr. Beşar el-Caferi, Mayıs 2015'te, Suriye hakkında tahriklerin ve yalanların yayılmasının, BM Güvenlik Konseyi'nin 2005'te aldığı 1624 sayılı kararın ve eğer varsa gazetecilik etiğinin açık ihlali olduğunu söyledi.
Saldırı altındaki Suriye'nin gerçekliğini aktarmaya çalışan Suriye medyası defalarca saldırıya uğradı ve ana akım medya bunu görmeyi reddediyor. (Bkz: Suriye'de başı kesilen Arap gazeteciler ve siviller üzerinde medya sansürü).
NATO ittifakı bir “güvenli bölge” için çabalarken – ki bu, Suriye'nin bombalanması için bir “uçuşa yasak bölgenin” kurulması anlamına geliyor – savaş karşıtı aktivistler ve gazeteciler Suriye hükümeti karşıtlarının ve “insan hakları” gruplarının yalanlarını ifşa etmeli ve Suriye'nin terörizme karşı savaş gerçeğini paylaşmalıdır.
Bu uzun Suriye değerlendirmesinin taslağını hazırlamaya başlamamdan bu yana Suriye'nin dış destekli terörizme karşı savaşında büyük değişiklikler oldu: Rusya'nın Daiş ve ortaklarına karşı düzenlediği son hava saldırıları. Rusya'nın Suriye'ye olan desteğindeki bu artış –Rusya'nın yalnızca birkaç gün içinde ABD koalisyonunun bir yılda yaptığından daha yüksek oranda Daiş ve öteki Batı destekli teröristler ile eğitim kamplarını yok etmesi – Suriye savaşında bir dönüm noktasıdır. Rusya tam da bunu yapmak için Suriye hükümeti tarafınan davet edilmiş olduğu halde, öngörüldüğü üzere şirket medyası Rusya'nın müdahalesini şeytanlaştırmak için elinden geleni yapıyor.
Suriye'yi yakından takip edenler, Suriye liderliğinin yıllardır söylediği ve söylemeye devam ettiği şeyi dillendiriyorlar: IŞİD'i ve onun kardeşi olan bütün terör örgütlerini durdurmanın ve bölgeye güvenlik getirmenin yolu, Suriye'ye terörist ve silah sokulmasına, onların silahlandırılmasına, finanse edilmesine ve eğitilmesine son vermek, Körfez ülkelerinin aşırıcı şeyhlerinden gelen mezhepçi telkinleri susturmak ve Suriye ordusunu ve müttefiklerini, Suriye'de güvenlik ve istikrar için verdikleri savaşta desteklemektir.
Çev: Selim Sezer
www.medyasafak.net