Arabistan Şiileri: Meşrutiyet Talebinden Rejimin Yıkılışına

Arabistan Şiileri: Meşrutiyet Talebinden Rejimin Yıkılışına
"Öte yandan; Arabistan’da doğacak muhalefet ve bu ülkede Abdullah adında bir kralın ölümü İmam Mehdi’nin (a.s) zuhur alametleri arasında sayılmaktadır."
Arabistan Şiileri: Meşrutiyet Talebinden Rejimin Yıkılışına

Muhammed Mehdi Tahranî


Raja News


 

Cemel, Sıffin ve Nehrevan savaşlarında Abdülkays kabilesinin erleri, İmam Ali’nin (a.s) yardımına koştular. İmam Sadık (a.s), İmam Ali’nin Sıffin Savaşı’ndaki kumandanı Sasaa bin Suhan hakkında “Müminlerin Emiri’nin hakkını yalnızca Sasaa, yaranları ve kardeşleri eda ettiler” buyurur. Doğu Arabistan’daki bugünkü Şiiler ve ayrıca Bahreyn Şiileri işte bu kabilenin soyundan gelirler.

Aişe’nin devesi Cemel’de İmam Mücteba (a.s) tarafından takip edildiğinde İmam Ali, Abdülkays kabilesinden kırk kadına savaş elbisesi giymelerini, yüzlerini nikapla örtmelerini ve başlarını sarmalarını emretti. Abdülkayslı kadınlar Aişe’yi Medine’ye götürmekle görevlendirildiler. İmam Ali’yi şikâyet etme düşüncesinde olan Aişe Medine’deki evine vardığında muhafızlarının mahremi olduklarını yeni anlamıştı.

İmam Hüseyin (a.s) Yezid’le savaşmak için yola koyulduğunda Abdülkayslı erkekler, yani Katif, Hasa ve Bahreyn Şiileri yardımına koştular. Edhem bin Ümeyye Abdi, Seyf bin Malik Abdi, Amir bin Müslim Abdi’nin kölesi Salim, Abdurrahman bin Abdullah bin Yezid Abdi, Abdullah bin Yezid Abdi, Züheyr bin Süleym Abdil el-Ezdi, Amir bin Müslim Abdi, Yezid bin Sebit Abdi, Abdullah ve Abdullah bin Yezid bin Sebit Abdi Kerbela’da şehadet şerbetini içen İmam Hüseyin’in yaranlarındandı. Abdülkays kabilesinin Ehlibeyt’e vefası sonraki yıllarda da devam etti.

***

Suudi Arabistan’ın gelirinin %90-95’i, dünya petrol piyasasının %15’i ve Arabistan petrol sanayinin %40 ila 60’ı bu ülkenin Şii bölgeleri tarafından temin edilmektedir. Doğu eyaletinin Bahreyn, Irak ve İran gibi Şiilerin çoğunlukta olduğu ülkelerle komşu olması bölgenin önemini daha da artırmaktadır. 

***

Arabistan Şiilerinin daima gündemde tuttukları taleplerinden bir tanesi Şiiliğin ülkede resmen tanınmasıdır! Vahhabiler, Şiileri, Ehlibeyt’e tevessül ettikleri gerekçesiyle Rafızî, kâfir, mürted ve Mecusi olmakla suçlamışlardır. Suudi Arabistan Yüksek Ulema Şurası üyelerinden Şeyh Abdullah bin Cibrin, “Bir Rafızî (Şii) tarafından kesilen koyunun eti helal değildir. Çünkü bütün Rafızîler müşriktir” der. Bu görüşe göre Şiiler, Hıristiyan ve Yahudilerden daha aşağı bir konumdadırlar. Zira bu bakış açısına göre Hıristiyan ve Yahudiler tektanrıcıyken Şiiler bidatçi ve mürteddir. İşte bu yüzdendir ki Vahhabilerin bir kısmı Şiilerin kanını ve malını mubah görmektedirler.

Bu düşünceye sahip Suudi-Vahhabi güvenlik güçleri 1801 ve 1802 yıllarında Irak’a saldırdı. Ünlü Suudi tarihçi İbn Bişr şöyle yazar: “Müslümanlar (Suudi-Vahhabi askerî güçler) Kerbela’ya doğru hareket ettiler. Orada toplanıp şehrin duvarlarını aştılar. Askerler şehre saldırıp şehir halkını çarşılarda ve evlerinde öldürdüler. (İmam) Hüseyin’in kabrinin üzerine inşa edildiği söylenen kümbeti yıktılar. Ayrıca şehir halkının para, silah, elbise, ev eşyası, altın, gümüş vb. bütün mal varlıklarını müsadere edip askerler arasında pay ettiler.” Bu sebeple Katif ve Hasa Şiileri sık sık saldırıya ve işkenceye maruz kaldılar.

***

1979 yılında bir karikatür yayınlandı. Karikatürde normalden çok daha büyük bir deve Arabistan haritası üzerinde ayakta dururken görülüyordu. Deve, ülkenin doğusundan besleniyor, sütü Batılı bir tacir tarafından sağılıyordu. Devenin sütü son aşamada ülkenin merkezinde, yani Necd bölgesinde bulunan bir zenginin ellerine bırakılıyordu.

Minnesota İnsan Hakları Komitesi’nin 1996 yılında yayınladığı raporda şunları okuruz: “Doğu eyaleti Suudi Arabistan’ın en fakir bölgelerinden biridir. Hükümet, Doğu eyaletinde şehircilik, yol, sağlık ve eğitim projelerinin uygulanması için öteki eyaletlere oranla daha az bütçe ayırmış ve harcamıştır. Bu bölgelerde banliyölerde yaşam 1980’li yılların başlarına kadar devam etmiştir. Şiilerin yaşadıkları bölgeler, Riyad ve Cidde gibi şehirlerde herkesin ulaşabildiği modern sağlık hizmetlerinden yoksundur. Bu durum, Suudi hükümeti 1987’de Doğu eyaletindeki ilk modern hastane olan Katif Hastanesi’ni yapana kadar devam etmiştir.”

Şii öğrenciler okullarda, Şiiliği İslam’a ihanet edenlerin intisap ettikleri mürted bir fırka olarak tanıtan Vahhabilik ilkelerini öğrenmek zorundadır. Okullarda Şii çocuklara, mensubu oldukları fırkanın İslam’ı zayıflatmak ve Hz. Peygamber’i kötülemek amacıyla riyakârlar ve kâfirler tarafından kurulduğu öğretilmektedir.

Suudi Arabistan’da Şiilerin öğretmenlik yapmaları, okul açmaları, mahkemelerde çalışmaları ve kasaplık yapmaları yasaktır. Mescid ve Hüseyniye yaptırmaları da genellikle engellenmektedir. Şiiler bir bakanlığı ellerinde bulundurma hakkına bile sahip değiller. Nüfus oranına göre parlamentodaki vekil sayıları altı olması gerekirken yalnızca ikidir. Petrol sanayisi de dâhil yüksek makamlarda görev yapmaları yasaktır.

***

1979 yılı Şiilerin başkaldırma yılıydı. İran İslam İnkılâbı Arabistan’ı da etkisi altına aldı. Katif’de Şeyh Hasan El Saffar ve Şeyh Tevfik El Seyf öncülüğünde İslam İnkılâbı ve Öncü Tebliğciler Hareketi şekillendi. Harekete katılmak isteyenler eğitim kurslarına katılmak üzere Kuveyt’e gönderiliyorlardı.

Şeyh El Saffar 1976 yılında İmam Ali’nin yaranları Hucr bin Adiy, Meysem Temmar ve Malik Eşter hakkında bir konuşma yaptı ve konuşmasında İmam Ali’nin yaranlarının mukavemetini ve direnişini övdü. İnkılâpçılar ve öncüler Ayetullah Seyyid Muhammed Şirazi’yi taklit ediyorlardı; tabii Ayetullah Hoyi’yi taklit eden muhafazakârlar da vardı. Şeyh Hasan El Saffar 1979 yılında Şiilere devrimci İslam’ın ne olduğunu anlattı. Artık yavaş yavaş beklenenin ötesinde bir kıyam hareketi şekillenmeye başlamıştı. Şehadet devrimci bir silah olarak tanınıyordu; her gün Aşura her yer Kerbela’ydı. Arabistan Şiilerinin bakış tarzı evrenseldi ve tek bir İslam ümmeti düşüncesi üzerine kurulmuştu. Şeyh El Saffar şöyle diyordu: “Zorba hükümete (Suudilere) karşı mücadelemiz uzun küresel devrim zincirinin bir halkasıdır. Bu hareket, emperyalist egemen güçlerin yıkılması ve mustazaflara ait dünyanın zuhuruyla sonlanacaktır.”

***

598 sözleşmesinin İran tarafından kabulü ve İran-Irak Savaşı’nın sonlanması, Suudi hükümetinin sert tutumu ve çok sayıda Şii’nin tutuklanması ve sürgüne gönderilmesi kıyam ateşini alevlendirdi; Arabistan Şiileri lideri, Hüseynî kıyam yerine Hasanî barış yolu seçerek hükümet içi faaliyetlerle taleplerini elde etmeye çalıştı. 1987 yılında İranlı hacıların öldürülmesi Arabistan’da farklı bir durumun ortaya çıkmasına neden oldu. Birkaç Amerikan askerinin ölümüyle sonuçlanan Arabistan’daki bombalı saldırı da Şiilere baskı aracına dönüştü. Her ne kadar Suudi yöneticilere hitaben bir bildiri yazmak suretiyle Şiiler taleplerini dile getirmeye devam etmiş, hatta 1993 yılında sözleşme imzalamışlarsa da bundan böyle geçmişteki devrimci heyecan kaybolmuş, Suudilerce verilen vaatler de olması gerektiği gibi sonuçlanmamıştır. Suudilerin vaatlerine bağlı kalmamaları bazı Şiilerin Suudi rejimine karşı uyguladıkları dostça geçinme yöntemini tekrar gözden geçirmelerine neden oldu; öyle ki Arabistan’da Hizbullah hareketi diğer hiziplere nispetle halktan daha fazla ilgi gördü.

29 Nisan 2003 yılında 450 Şii, Kral Abdullah’a hitaben başka bir dilekçe kaleme aldı. Burada yıllardan beri gündeme getirilen taleplere bir kez daha değinildi. Kısa başlıklar halinde şu konular yer aldı: “Mezhepsel merasimlere uygulanan kısıtlamalarının kaldırılması, Şiilere kitap ve dergi yayıncılığı yapma izni verilmesi, Şii akaidinin kabulü, Şii vatandaşlara kendi mezheplerini öğrenme hakkının tanınması ve Şii eğitim kurumlarına izin verilmesi, Şii şer’î mahkemelerinin kurulması, bu mahkemelere yasaları uygulama yetkisi verilmesi, Şiilerin diğer vatandaşlarla eşit haklara sahip olmaları, selefi grupların mahkûm edilmesi ve İslam mezheplerinden herhangi birine saygısızlık yapmak suretiyle vatandaşlar arasında nefret duygusuna yol açacak her türlü kışkırtmanın engellenmesi ve tutuklama, takip, sorgulama, yurtdışına çıkış yasağı, sınırlarda alıkonulma gibi yasadışı güvenlik önemlerinin kaldırılması…”

Bu dönemde Arabistan’da işleyen süreç, Şiileri meşrutiyet hükümetini ve güçlerin ayrıştırılmasını talep etmeye yöneltti; daima siyasî reform alanında sonuçsuz vaatlerle cevaplanan bir talebe…

***

Bugün onca yılın ardından İslamî uyanış hareketiyle birlikte bir kez daha Arabistan Şiilerin muhalefetiyle karşı karşıya kaldı. 2011’de Şeyh Amir’in tutuklanmasıyla Şiiler yeni bir muhalefet dalgası başlattı. Bütün bu gelişmeler Suudi hükümeti için kontrol edilebilirdi; Şeyh Bâkır El Nimr’in vurularak tutuklandığı haberine kadar da durum böyleydi. Suudi devletine karşı yıllarca süren müsamahakâr yaklaşımın ardından Arabistan bir kez daha 1979 kıyamının rengine büründü. Naif bin Abdülaziz’in ölümü, Kral Abdullah’ın hastalığı, Suudi prensler arasındaki tartışmaların artması ihtimali, diğer İslam mezheplerine mensup vatandaşların Suudi yönetiminin uygulamalarından memnuniyetsizlikleri ve sokağa dökülme ihtimalleri şartları o dönemdekine oranla biraz değiştirmiştir. Bugün Mescid-i Nebi’den yükselen Şiilerin ezan sesi itirazın göstergesi olarak yükselmektedir. Gençler, Suudi hükümetini, Şeyh El Nimr’i serbest bırakmaması halinde petrol sanayine bombalı saldırı düzenlemekle tehdit etmektedir. Göstericiler rejimin yıkılmasını talep etmektedir. Bütün bunlar askerî yönetimin önlemleri her zamankinden daha çok artırabileceği bir dönemde yaşanmaktadır.

Memnuniyetsizlikler sadece Şiilerle sınırlı değil. Arabistan yönetiminin yıllardan beri Vahhabilerin elinde olmasına karşın Libya’da Malikiler, Mısır’da Şafiiler işbaşına geldi. Âl-i Suud’un uygulamaları Vahhabilerin de memnuniyetsizliğine sebep olmaktadır. Suudi prensler arasında fesadın ve aristokrasinin artması, prenslerin kumara ve fuhuşa olan ilgileri eleştirileri de beraberinde getirmiştir. Arabistan Şiilerinin muhtemel kıyamı,  Âl-i Suud ailesi arasındaki ihtilaflar ve diğer mezheplere mensup vatandaşların memnuniyetsizlikleri ile bir araya gelirse Arabistan’da tamamen yeni şartların, Kral Abdullah’ın ölümüyle inanılmaz şekilde şiddetlenebilecek şartların oluşmasını sağlayabilir. Öte yandan; Arabistan’da doğacak muhalefet ve bu ülkede Abdullah adında bir kralın ölümü İmam Mehdi’nin (a.s) zuhur alametleri arasında sayılmaktadır.

medyaşafak