"İsrail, Suriye ve Muhalifler: Saldırının ve Müzakerenin Sırları"

"İsrail, Suriye ve Muhalifler: Saldırının ve Müzakerenin Sırları"
Es-Sefir gazetesinde yayınlanan bu önemli analizde, Suriye muhalefetinin içine düştüğü çıkmaz ve İsrail'in son Şam saldırısı ele alınıyor...

Sami Klib 

Es-Sefir


Son günlerde yaşananlar sürpriz değildi. Ne İsrail'in saldırısı, ne Koalisyon lideri Muaz El-Hatip'in müzakere yorumları ne de Cenevre'deki muhalefet toplantısının rejimle müzakere davetiyle bitmesi sürpriz idi. Masa altında yaşananlar her zaman görünenlerden çok farklıdır.

Bazı bilgilere göre Paris'teki muhalefet toplantısı başarısız bir toplantıydı. Muhaliflerin kendileri bunu söylemekten sakınmıyor.  Şu an Mali ile meşgul olan Fransa'nın Dış İşleri Bakanı Loran Fabius, Suriye rejiminin İslamcı radikaller eliyle devrilme seçeneğinden endişe duyan batıdan bahsetti. Buna ek olarak Amerika, bu endişeyi açık bir şekilde ''Cephetun Nusra'' adlı örgütü terör listesine alarak ilan etmişti.

Fransız hareketinin payı azalıyor. Özellikle Fransa'nın Mali'ye girişi ile ''El-Kaide'nin'' Fransa'ya karşı içte veya dışta bir eylem ile karşılık verme ihtimalinin yüksek oluşuyla beraber Fransa büyük endişe içinde. Mali'deki -doğası gereği savaş, büyük şehirlerde kontrolü sağlayarak bitirilemiyor. El-Kaideciler Afrika sahillerini genellikle terkediyorlar. Karşılarında duramadıklarından dolayı tanklarla ve uçaklarla savaşmaktan kaçınıyorlar. Bu tip kentlerde -ordunun var olduğu yerlerde- intihar eylemleriyle ve patlamalarla var oluyorlar, Somali, Afganistan ve diğer yerlerde olduğu gibi.

Paris toplantısına dönecek olursak Muaz el-Hatip'in bu uluslararası toplantıdan kaçtığını ve aslında bu toplantıya katılan danışman-müsteşar sayısının azaldığını da görüyoruz. Müslüman Kardeşler örgütünden birçok isim de yoktu. Gelen bilgilere göre ise ihtilaflar ve tartışmalar, İslamcılar ve liberaller arasında yaşandı. İslamcılara göre kendileri olmasaydı Koalisyon, özellikle Körfez başta olmak üzere devletlerden tek bir kuruş bile alamayacaktı. Liberaller buna ''Liberaller ve siviller olmasaydı Koalisyon'u Taliban'ı tanıyan devletler dışında kimse tanımayacaktı'' diyerek karşılık verdiler.

Suriye'de gelecek hükümet ve temsiliyeti hakkında görüşlerde de büyük farklılıklar ortaya çıktı. İslamcılara göre Koalisyona destek olan devletlerden yeni ve farklı sesler çıkmaya başlamış. Bu devletler muhalefette ve olası hükümetteki İhvan'ın etkisini azaltmak ve liberal hareketleri de güçlendirmek istiyorlarmış. Suriyeli İhvancılar, Körfez ülkelerinin, bir defa alenen ve bir kaç defa da şifreli bir şekilde, İhvan hareketinin Arap bölgelerinde yayılmasına karşı kampanyalardan bahsettiğini dillendiriyorlar. Bu durumda Muaz El-Hatip'in masayı devirip bu iş böyle devam edecekse bizde rejimle müzakereye gideriz demesi sürpriz değildi. O böylece yoldaşlarını ve müttefiklerini utandıracağını ve sorumluluklarını önlerine koyacağını biliyordu.



İhtilafların İstanbul'da başladığı da söyleniyor. Şeyh Adnan Arur muhalefet toplantılarında güçlü bir şekilde vardı. İslam'ın ve cihadın öncelikleri hakkında açıkça konuşuyordu. İslamcılar şimdi mali kaynakların azlığından ve batılıların silah desteği yapma konusundaki isteksizliklerinden dolayı duydukları hoşnutsuzluğu dile getiriyorlar. Mülteciler, çözüm istediklerini yüksek sesle dile getiriyorlar. Bazıları olan bitenden muhalefeti ve silahlıları sorumlu tutuyor. Diğer muhaliflerden de Koalisyon'a ''Yalvarma Siyaseti'' yakıştırması ile -Heysem Menna başta olmak üzere- suçlamalar yöneltildi. Ulusal Koordinasyonun sürgündeki lideri olan Heysem Menna: ''Suriye muhalefeti dünyadaki en zengin muhalefet haline geldi. Paris ve diğer toplantılarında 'para verin hükümet verelim' demeleri ne utanç verici'' dedi.

Bu ihtilaflar uluslararası mali yardım konusunda yaşanan tereddütlerle kesişti. Kuveyt konferansında da, tam olarak bu uluslararası taraflarda', ''Koalisyon dağılabilir'' korkusu oluşsun istendi. Bunun öncesinde Avrupalı yetkililerden biri tehlikeli yorumlar yapmıştı. Koalisyonun durumunu yoğun bakım odasına benzeterek ''herhangi bir eksiklikte ölür'' demişti. Ayrıca Koalisyonun içindeki kalıcı farklılıklardan ve Amerika'nın değişen duruşundan bahsetti. Körfez ülkelerinden bazılarının kararsızlıklarından söz ettikten sonra sürecin çok hassas ve tehlikeli hale geldiğini söyledi.

Fransa, liderliğini Heysem Menna ve dostlarının yaptığı Cenevre'deki muhalif toplantıyı, daha başlangıçta kuşatmak istedi. Menna Fransa'yı, giriş vizelerini engelleme adına İsviçre'ye baskılar yapmakla suçladı ama Rusya ve Amerika İsviçre'de hazır bulunuyordu. İranlılar ve 40 ülkeden fazla mümessiller de ordaydı. Cenevre toplantısı sona erer ermez, Menna ve arkadaşlarına direkt olarak Moskova'ya davet geldi. Amerika'dan da çok ciddi pozitif işaretler aldılar. Yakın zamanda önemli buluşmalar ve uluslararası girişimlerle oturumlar yapılabilir.

Batı, Esad'ın bırakması gerektiği fikrinden geri dönüş yapmıyor. Ama rüzgârlar yön değiştiriyor. “Cihadçı” ve tekfirci uzantılar bir yandan, Rusya ve Amerika arasında bazı konularda devam eden gerilimler, İran ve batının müzakerelere başlama ihtimallerinden bahseden sızıntılar ve Suriye ordusu cephelerinin güçlendirilmeye başlandığı hakkında gelen bilgiler diğer bir yandan. Bütün bunlar uluslararası Cenevre anlaşmasını esas alarak, ''kabul edilen'' muhaliflerle, siyasi çözüm için görüşecek olan rejim temsilcisinin hanesine artı olarak giriyor. Esad, döneminin sonuna kadar kalacaktır demekte sakınca yoktur. Güç kullanarak onu devirme fikri ''devrildi''. Ürdün kralı Abdullah, Davos toplantısında herkesin önünde, Esad'ın bir kaç ay daha kalacağını söylemişti. O aylar, Suriye Cumhurbaşkanının gelecek yıl bitecek olan döneminin sonuna kadar uzayacaktır.

Bunlarla beraber, Amerikalılar ile Rusların aralarında bazı konularda devam eden gerginliğe rağmen değişim ve dönüşüm başladı. Amerikan Dış İşleri Bakanı John Kerry açık bir şekilde ''Washington Suriye konusunda Rusya ile işbirliği yapmak zorunda'' dedi. Ardından '' Moskova ile ilişkileri iyileştirme ve uygun seviyeye getirmenin öneminden'' bahsetti. Moskova'nın Washington'a bir kaç önemli konuda yardımda bulunduğunu ve Washington'a, İran'la 5+1 müzakerelerinde de destek olduğunu belirtti. Bu kadar önemli bir pozisyondaki birinden gelen bütün bu işaretlerin iyi anlaşılması gerekir. Ondan önce Barack Obama'nın söyledikleri de var. Obama açık bir şekilde Suriye'ye askeri müdahaleden yana olmadığını ve Afganistan'dan da kuvvetlerini geri çekeceğini söyledi. Tereddütler içinde kar-zarar hesaplamaları yapıyor. Bundan önce bir konuşmasında, askeri çözümden değil de siyasi çözümden yana olduğunu da söylemişti. Bu noktaların iyi anlaşılması gerekir. Ruslar bu başlangıcı, Suriye rejimine hayran olmadıklarını söyleyerek karşıladı. Esad'ın bildiği gibi, onlar da eski rejimin bittiğini biliyorlar. Aynı zamanda Esad ve İran gelecek olan rejimin, şimdiki rejimden ve muhalefetten oluşması gerektiği konusunda ısrar ediyorlar. Amerikalılar ve Ruslar bir diğer taraftan, ordunun cihadçılara karşı güçlü durması gerektiği konusunda müttefikler. Suriye'nin; Irak'ta ordunun ve Baas partisinin çözülmesinden sonra Irak'ın dönüştüğü hale dönüşmesini istemiyorlar.



Kişi kendisini az bir süre için Benyamin Netanyahu'nun yerine koysun: Ne düşünüyor olabilir? Rusya ve Amerika arasında; Putin ve Obama arasındaki görüşmeden önce önyükleme sayılabilecek bir anlaşma gerçekleşti. Bu, iki liderin de ülkelerinde yeniden seçilmelerinden sonraki ilk görüşmeleri olacak. Var olan krizlere çözüm için zeminler hazırlanabilir. Bölgeye ilişkin 3 önemli konu da ön planda. İran, Suriye ve Ortadoğu'da barış.

İsrail'in mesajı Obama ve Netanyahu arasındaki büyük bir gerginlikten sonra geldi. İsrail başbakanı kimyasal silahların gerçekten, cihatçıların veya ''Hizbullah'ın'' eline geçmesinden mi korkuyor? Yoksa birilerini utandırmak mı istiyor, özellikle Amerika'yı (İran ile müzakere ihtimallerinden dolayı)?
Bu zamanlarda başka şekilde düşünmek zordur. İsrail, bölgedeki Suriye rejimi karşıtı Arap atmosferinin ona Suriye'ye saldırmasına müsaade edeceğini biliyordu. Aynı zamanda, operasyonlarını daha da genişletseydi, Suriye ve müttefiklerinin sert bir yanıt vereceklerini de biliyordu.  ''Bu kırmızıçizgimizidir'' demişti İranlılar. Hizbullah'ın Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah da aynı sözleri tekrarlarken bu sefer Filistin'in işgal altındaki topraklarına girme sözü de vermişti.

Ama Amerika, İsrail'e Suriye sorununu bitirme komutu verdiyse bölge, Suriye'den Lübnan'a ve Körfez'den İran'a kadar genişleyecek bir patlamaya sahne olacaktır. Obama ve Putin böyle bir senaryo isterler mi? Tabii ki hayır.

Çev: Hasan Sivri

medyasafak.com